Donatien Alphonse François le Marquis de Sade, yani Sade Markisi Donatien Alphonse, 1740 ile 1814 yılları arasında yaşamıştır.
Önemli bir yazar ve filozof kabul edilen Sade, yaşamının yaklaşık 30 yılını hapishanede ve 10 yılından fazlasını akıl hastanesinde geçirmiştir.
Her ne kadar hepimiz kendisini Marquis de Sade olarak tanısak da bu, Donatien Alphonse’un unvanıdır.
De Sade, ailesi tarafından seçilen comté ve marquis unvanlarından daha önce yalnızca büyükbabasının kullandığı marquis’i tercih etmiştir.
Fakat ölümünün ardından, kendisinin ve ailesinin marquis (marki/markiz) unvanını kullanabileceğini gösteren ve Provence Parlamentosu tarafından onaylanan herhangi bir belge bulunamamıştır. De Sade’ın ardından gelen nesiller bu gayri resmi unvanı kullanmamışlardır.
Önce bir Cizvit okulunda ardındansa askeri okulda öğrenim gören Marquis de Sade, 23 yaşındayken ailesinin uygun bulduğu soylu bir kadınla evlenerek bir aristokratın sorumluluklarını eksiksiz bir şekilde tamamlamıştır.
Dini ve askeri bir disiplinle büyümüş olsa da otoriteye, toplumsal kurallara ve ahlaki kalıplara aykırı bir yaşam sürmüştür.
‘Pişmanlık, alışkanlığın öldürdüğü geçici bir duygudur. İşlenen tek bir cinayet vicdanımızı sızlatabilir. Ama cinayet çoğalınca, onlarca yüzlerce kez tekrarlanınca vicdan susar.’
Yaşam şeklinin yanı sıra pornografik ve şiddet içerikli metinlerinden dolayı hem yaşadığı dönemde hem de sonrasında sert eleştirilere maruz kalmıştır.
Metinlerinde ahlak kurallarını, yasaları ve dini ağır bir şekilde eleştirmiş; özgürlüğü, zevki, şehveti ve kimi zamanda toplumun ahlaksızlık olarak değerlendirdiği öğeleri savunmuştur.
‘Tadına vardıkları hazlardan aslında pişmanlık duymaları gerektiğini düşünerek aynı anda hem günah içinde erdemli, hem de erdem içinde günahkar olurlar.’
Hem kendi sınıfından hem de halktan uzak bir hayat süren Marquis de Sade; Ortaçağ’ın genel ahlak anlayışına, Hristiyan geleneklerine, tabulara ve yasaklara kişiliğiyle, yazdıklarıyla ve yaşam şekliyle savaş açmıştır.
Yalnızca doğaya güvenen ve doğayı müttefiki olarak kabul eden Sade, doğa düzeninin insanlar tarafından değiştirilmesine katlanamadığını ifade eder. Doğanın insanda uyandırdığı tüm duyguları savunur. Erdemsiz olsalardı ya da dizginlenmeleri gerekseydi doğanın bunları insana vermeyeceğini belirtir. Ahlaksal eylemin belirleyicisi olarak etik değerleri değil, içgüdüleri koyar.
‘Bilumum yaş ve cinsiyetten şehvetperestler, bu kitabı yalnızca sizlere armağan ediyorum. Bu kitaptaki ilkelerle beslenin, sizin tutkularınızın destekçisidir onlar. Sevimsiz, duygusuz, kişiliksiz ve dalkavuk ahlakçıların sizi korkuttukları bu duygular, doğanın insanı eriştirmek istediği yere ulaştırmada kullandığı araçlardan başka bir şey değildir. Tadına doyum olmaz bu tutkulardan başkasına kulak vermeyin… Hayali bir erdemin ve tiksinti verici bir dinin tehlikeli ve saçma sapan bağları içinde uzun zamandır kapalı tutulan genç kızlar; cesur Eugenie’yi taklit edin.’
Yatak Odasında Felsefe
İpler, kırbaçlar, çığlıklar, kan, acı…
Şatosuna fahişeleri, hizmetçileri ve dilencileri getirir. Onlarla erotik ve acı verici oyunlar oynar. Kurbanları üzerinde hakimiyet kurduğu, onlara acı verdiği ve bunların yanı sıra haç, İsa ve Meryem heykelleri gibi dini figürleri de oyunlarında kullandığı söylenir.
Sürdüğü ahlaksız yaşamın, fahişelerin yanı sıra Lacoste Kalesindeki kadın ve erkek çalışanları da içerdiği konuşulmaya başlanır.
Kaledeki misafirlerin ve çalışanların bir kısmı kimseyle konuşmazken şatodan çırılçıplak kaçarak yetkililere sığınanlar da olmuştur.
Duyan herkesi büyük bir şaşkınlığa sürükleyen hikayelerin ardından tutuklanır. Toplum tarafından lanetlenir ve ailesinin utanç kaynağına dönüşür.
‘Sizin tanrınız oğlunu çarmıha gerdiyse; kim bilir bana ne yapar?’
Kayınvalidesinin hapishaneden kurtardığı Sade, Paris’te yaşamaya başlar ve burada da davranışları sebebiyle fahişeler tarafından pek çok kez polise şikayet edilir.
Paris’te çok defa, kısa süreler tutuklanmasının ardından Lacoste’a geri döner.
Arandığını duyduğundaysa, kayınvalidesinin desteğini tamamen kaybedeceği bir skandala imza atarak eşinin rahibe olan kardeşiyle İtalya’ya kaçar.
Paris’e geri döndüğünde tutuklanan Sade ve uşağı, birkaç ay sonra hapishaneden kaçar ve Lacoste Kalesine saklanırlar. Bu süreçte eşi de Sade’ın suç ortağı olur.
Sade, kaleye hapsettiği işçilerin ve sonra da hizmetçi kızların şikayetleri sebebiyle tekrar İtalya’ya kaçmış ve sonra kalesine geri dönmüştür.
1778 yılında, bir yıl önce ölen annesini ziyaret etmek için gittiği Paris’te tekrar tutuklanır. Aynı yıl ölüm cezası için başvuru yapılmış olsa da tutuklu olarak kalır.
Chateau de Vincennes’den de kaçan ve kısa bir süre sonra yakalanan Sade, 1784’de Vincennes kapatılınca Bastille’e gönderilir.
Marquis de Sade, defalarca hapse girmiş olsa da kaçışlarında ya da serbest bırakıldığında yaşam şeklini korumuş, kimliğini uzun süre saklayamamıştır.
Fransız Devrimi sırasında Bastille’de tutuklu olan Sade, 1790’da serbest kalmıştır.
Hapishanede yazdığı Sodom’un 120 Günü, tüm eşyalarıyla beraber hücresindeki gizli bir bölmede kalmıştır. 9 metrelik rulo halindeki el yazmaları, 150 yıl sonra Bastille’de yapılan bir restorasyon sırasında bulunmuştur.
Fransız İhtilali’nin ardından kendisini ‘Uygar Sade’ olarak tanımlayan ve Cumhuriyeti destekleyen Sade, bir aristokrat olmasına rağmen bürokratik görevler almıştır.
1790’da Ulusal Delege seçilmiş ve liberal görüşü temsil etmiştir. Ayrıca bu süreçte çok sayıda makale ve siyasi yazı yazmıştır.
Hayatının her dönemi gibi siyasi hayatı da çalkantılı geçen Sade; aristokrat olduğu için çok kez eleştirilmiş, oğlunu evlatlıktan reddetmeye zorlanmış, orta yolcu olmakla suçlanmış, ihtilalden kaçanlar listesinde yer almış ve sonunda tekrar tutuklanmıştır.
1794 yılında, Maximilien Robespierre’in devrilmesi ve infazının ardından yeniden serbest bırakılmıştır.
Marquis de Sade, hapishanede geçirdiği yıllar boyunca yazmaya devam etmiştir.
1801 yılında, Napolyon Bonapart anonim olarak yayımlanan Justine ve Juliette’in yazarını tutuklama emri vermiştir. Üzerinde el yazmalarıyla yakalanan Sade tekrar tutuklanmış ve yargılanmadan hapse atılmıştır.
1803 yılında, ailesinin desteğiyle, deli olduğu ifade edilmiştir. Sade, ölümüne kadar ikinci defa gönderildiği Charenton Akıl Hastanesinde kalmıştır.
Hastanenin yöneticisi bu süreçte Sade’ı oyunlarını sahnelemesi ve hastaları oyuncu yapması konusunda cesaretlendirmiş ve desteklemiştir. Ancak gelen tepkiler sonucunda polis, Sade’ı tek kişilik bir hücreye nakletmiştir. Bu süreçte kağıt ve kalemden de mahrum bırakılmıştır.
Sade’ın hastanede görevli olan 13 yaşındaki Madeleine Leclerc ile kurduğu ilişki ölümüne kadar sürmüştür.
1814 yılında öldüğünde, cesedinin yakılması ve küllerinin savrulması vasiyeti gerçekleştirilmemiş cesedi Charenton’da gömülmüştür. Fakat daha sonra iskeleti, frenolojik deneylerde kullanılmak üzere mezardan çıkartılmıştır.
Ölümünün ardından oğlu yarım kalan tüm eserlerini ve basılmamış müsveddeleri yakmıştır.
Sadizm kavramının isim babası olan Marquis de Sade’ın eserleri 20. yüzyılın ilk yarısına kadar Fransa da dahil olmak üzere pek çok ülkede yasaklı kalmıştır.
BONUS I
Makalelerinin ve siyasi yazılarının yanı sıra 80’e yakın roman ve hikaye ile 20’yi aşkın oyun kaleme alan Sade hakkında Pierre Klossowski’den Neil Schaeffer’e Octavio Paz’dan Simone de Beauvoir’e, Ronald Hayman’dan Jacques Lacan’a, Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’dan Angela Carter’a kadar çok sayıda sosyal bilimci çalışma yapmıştır.
Freud’un psikanalizde temel aldığı, cinsellik ve şiddet konularını incelemesinde Sade’ın eserleri öncü görülmektedir.
Bazı sürrealistler Sade’ı öncüleri kabul etmiştir.
Klossowski, Komşum Sade (Sade Mon Prochain) kitabında Sade’ın nihilizmin öncüsü olduğunu belirtmiştir.
BONUS II
Sade’ın yoksulluk sebebiyle 1796 yılında sattığı Lacoste Kalesinin kalıntılarını Pierre Cardin tarafından tiyatro festivalleri düzenlenen bir alan olarak yeniden düzenlenmiştir.