Eğitim alma, çalışma ve politikada söz söyleme hakkı gibi temel insan haklarına odaklanılarak ortaya çıkan feminist hareketlerin kökenleri 1500’lü yılların sonuna dayanıyor.
Tarihsel süreç ele alındığında çok sayıda kadın feminist filozof, şair, yazar, araştırmacı, gazeteci, akademisyen ve sanatçı olsa da feminizmi öğrenmek ve anlamak konusunda birer yol gösterici olduğuna inandığımız 10’unu listedik:
Mary Wollstonecraft (1759-1797)
‘Erkekler kölece itaatimiz yerine, akılcı arkadaşlığımızı tercih edip zincirlerimizi kırmamıza cömertçe yardım etselerdi, bizlerin daha dikkatli kız çocuklara, daha duyarlı kız kardeşlere, daha sadık eşlere, daha akılcı annelere -kısaca daha iyi yurttaşlara- dönüşeceğimizi görürlerdi. O zaman onları daha gerçek bir sevgiyle severdik, çünkü kendimize saygı duymayı öğrenirdik.’
İngiltere’nin ilk feministi ve feminizmin annesi kabul edilen Wollstonecraft, yaşadığı dönemde yaygın olan, geçimini sağlamak için evlenmesi gerektiği fikrine karşı çıkarak ailesinin evinden ayrıldı. Çocuk bakıcılığı, okul müdürlüğü, öğretmenlik, mürebbiyelik ve roman yazarlığı gibi kadınların çalışabildiği pek çok mesleği denedi. Kendi kendine Almanca, Fransızca ve İtalyanca öğrenen Wollstonecraft, tercümenin yanı sıra editörlük de yaptı.
1790 yılında, Fransız Devrimi’ne karşı çıkan Edmund Burke’a (politikacı ve felsefeci) karşı ‘İnsan Hakları Savunması’ isimli bir yazı yayımladı. Bu makalenin ardından büyük bir ün kazanmasının yanı sıra kendisine ‘Jüponlu Sırtlan’ lakabı takıldı.
1792 yılında yazdığı, İnsan Hakları Bildirgesini temel alan ‘Kadın Haklarının Savunması’ isimli, kitap uzunluğundaki makalesi o güne kadar kadın haklarının açık ve dolaysız bir biçimde savunulduğu ilk kitap olmasının yanı sıra feminizmin tarihini ve feminist düşünceyi anlamak için önemli kaynaklardan biridir.
Wollstonecraft, ikinci kızı olan Mary Shelley’in (Frankenstein’in yazarı) doğumundan sonra 1797 yılında ölmüştür.
‘Kadının ufkunu genişleterek güçlendirin aklını; körü körüne itaat sona erecektir; ancak, iktidar her zaman körü körüne itaate ihtiyaç duyduğundandır ki zorbalar ve şehvet düşkünleri, haklı olarak karanlıkta tutmaya çalışırlar kadını; çünkü bunlardan birincisinin tek istediği bir köledir, ikincisinin istediği ise elinde tutacağı bir oyuncak.’
Virginia Woolf (1882–1941)
‘Kadınlar erkekler gibi yazıp erkeklere benzerlerse, çok yazık olur; çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, iki cins bile yetersiz kalırken, yalnızca bir tanesi ile nasıl idare ederiz? Eğitim, benzerlikler yerine farklılıkları ortaya çıkarıp güçlendirmemeli midir?’
Kadın feminist yazarlar arasında en önemlilerinden biri olan Woolf, kadının ikinci planda kalması sebebiyle okula gidememiş ancak babasının yardımıyla ve onun kitaplığını kullanarak kendini geliştirmiştir. Viktorya tarzı yaşamı benimsemeyen ve yazılarında bu konuya dair düşüncelerini sıklıkla dile getiren Woolf; içinde J. Maynard Keynes, E. M. Forster ve Duncan Grant gibi ünlü kişilerin bulunduğu Bloomsbury Grubu’nda yer almıştır.
1920’de yayımlanan Gece ve Gündüz isimli ikinci romanında bilinç akışı tekniğini kullanan Woolf, romanda kadın hakları, sınıfsal farklılık, evlilik ve özgürlük gibi konuları detaylı olarak ele almıştır. 1929’da yayımlanan ve feminist hareketin klasik kitaplarından kabul edilen Kendine Ait Bir Oda’da ise kadının edebiyattaki varlığına odaklanmıştır.
Yeteneğini kaybettiğine dair düşünceleri ve savaş korkusu sebebiyle girdiği bunalımdan çıkamamış ve 1941 yılında Ouse nehrine atlayarak intihar etmiştir.
‘Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazınında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır.’
Doris Lessing (1919–2013)
‘Kadın hareketinin fazlasıyla romantikleştirilmeye çalışıldığını düşünüyorum. İyi ya da kötü, hareketin temsil ettiği bütün kadınlık konumları feminizmin zaferi olarak yorumlandı. Özeleştiri konusunda pek de başarılı sayılmayız.’
Altın Defter eseri ile 2007 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan Doris Lessing, eserlerinde ağırlıklı olarak içinde bulunduğu toplumun kısıtlamalarına başkaldıran, solcu, bağımsızlığına düşkün ve feminist kadın kahramanlara yer vermiştir. Altın Defter, kadın hareketlerinin köşe taşlarından biri kabul edilmektedir.
Türkü Söylüyor Otlar isimli ilk romanında baskı altına alınan kadın cinselliğini ve beyaz bir kadının siyah uşağı ile arasındaki ilişkiyi anlatan Lessing, kitaplarında yirminci yüzyılın toplumsal ve siyasi karmaşası açık bir şekilde ele almıştır.
‘Kadınlar korkaktır, çünkü uzun zamandır birer köle gibi yaşamaktadırlar. Sevdiği adamla birlikteyken düşüncelerini, duygularını ve deneyimlerini savunmaya hazır kadın sayısı hala çok azdır.’
Ingeborg Bachmann (1926–1973)
‘İnsanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır.’
Yirminci yüzyılın en önemli kadın yazarlarından biri kabul edilen Bachmann, felsefe, psikoloji ve Alman filolojisi eğitimi almıştır. Özelikle Heidegger ve Wittgenstein üzerine çalışan Bachmann, 60lı yıllarda şiir yazmayı bırakarak düz yazıya yoğunlaşmıştır. Yazdığı eserlerde feminist temaları ön plana çıkarmış aynı zamanda sosyal konularla da ilgilenmiştir.
‘Faşizm… iki insan arasındaki ilişkide başlar.’
Maya Angelou (1928-2014)
‘Sürekli normal olmak için uğraşırsanız, ne kadar mükemmel biri olabileceğinizi asla bilemezsiniz.’
Yazar, oyun yazarı, şair, dansçı, aktris, yönetmen ve şarkıcı olan Angelou, kadın hakları ve siyahilerin yaşadığı zorluklarla ilgili çok sayıda şiir ve makale yazmıştır. Irkçılık, kimlik ve aile konularında da çalışmalar yapan Angelou, ömrü boyunca sanatın ve sivil halk mücadelesinin içinde olmuştur. Martin Luther King Jr. ve Malcolm X ile birlikte çalışan Angelou’nun en ünlü eserleri arasında otobiyografileri bulunmaktadır.
‘Eğitim sistemi tarafından köreltilmemiş zeka ve ihtiyaçlar gibi, şefkatle yoğurulmuş güç vasfı da yenilmez bir bileşimdir.’
Simone de Beauvoir (1908–1986)
‘Ben solcu bir kadınım, solcu bir partiyle kadın davasının daha çabuk çözüleceğini pek zannetmiyorum. Zaten solcu bir parti de, öteki partiler gibi erkekler tarafından yönetilmektedir. Kadınlar konusuna yaklaşmak gerekince de, bunlar solcu erkekler gibi değil de tıpkı düpedüz erkekler gibi davranmaktadırlar. Zamanla anladım ki kadınların mücadelesiyle pekiştirilmezse sınıflar kavgası aldatıcıdır. Çoğu sosyalistler cinsel karşıtlığı sınıfsal karşıtlığa göre ikincil saymaya yatkındırlar. Oysa kendilerine sosyalist denilen ülkelerde şu bizim MLF (Kadınların Kurtuluş Hareketi) gibi bir hareketi örgütlemek yasaktır. Bence mücadeleyi iki düzeyde birden yürütmekte yarar var, karıştırmakta değil. Erkekler, partileri ne olursa olsun, kadınların yaşantısını gerçekten hesaba katamıyorlar.’
Feminist düşüncenin gelişiminde önemli bir rol oynayan Beauvoir’in önemli eserleri arasında 1949 yılında yayımlanan, kadınların üzerindeki baskıyı bilimsel olarak incelediği İkinci Cins gelmektedir. İkinci Cins’in aynı zamanda modern feminizmin başlangıcı olduğu düşünülmektedir. Post-feminizmin kurucusu olan Beauvoir; Bir Genç Kızın Anıları, Konuk Kız ve Yaşlılık gibi otobiyografik kitaplarının yanı sıra Belirsizlik Ahlakı Üzerine, Kadın: Efsane ve Gerçek gibi çok sayıda önemli eser yazmıştır.
‘İnsan kadın olarak dünyaya gelmez, zamanla kadın olur.’
Charlotte Perkins Gilman (1860-1935)
‘‘Anne’ kendi yaşamına sahip çıkmadan ‘kadın’ bunu yapamaz.’
Kadınlar Ülkesi, Bizim Ülkemiz ve otobiyografik Sarı Duvar Kağıdı isimli üç eseri bulunan Gilman, feminist hareket içinde önemli bir yere sahiptir. Eserlerinde cesur bir dil kullanan ve kadınlara yönelik cinsel ayrımcılığa dikkat çeken Gilman, eserlerinde ulusalcılık, yurttaşlık, kadın hareketi, eşitlik ve özgürlük konularına odaklanmıştır. Gilman, feminist bilinçle yazan ilk Amerikalı kadın yazar kabul edilmektedir.
‘Ve kadın erkeğin yanında onun ruh yoldaşı olarak durmalıdır, bedeninin kölesi olarak değil.’
Jane Austen (1775-1817)
‘Ama senin böyle kibar salon beyefendileri gibi konuşmandan ve kadınlardan, akıl mantık sahibi yaratıklar değil de, yalnızca çıtkırıldım hanımefendilermiş gibi söz etmenden nefret ediyorum. Hiçbirimiz ömür boyu el üstünde tutulmayı beklemiyoruz.’
Dünyanın en ünlü yazarlarından biri olan Austen, romanlarının tamamında akıllı, güçlü ve cesur kadın kahramanlara yer vermiştir. Mutlu sonla biten romanlarının neredeyse tamamı dünya klasiği kabul edilen Austen’in tüm romanları sinema ve televizyona uyarlanmıştır.
‘Bir kadın, özellikle de bir şeyler bilme talihsizliğine sahipse, bildiğini elinden geldiğince saklamalı.’
Kate Millett (1934– )
‘Kadınları insan türünün garip, aşağı, insanlıktan uzak bir parçası sayan Freud bile, elleri ayakları bağlı bir kadınla otururken sevgiden söz edemez. Azıcık dürüst hiçbir erkek, kendisine sağladığı bakım ya da toplumsal gücüyle satın aldığı kadının sevgisiyle övünemez. İnsanlık onuru taşıyan hiçbir erkek, özgürlük içinde verilmeyen sevgiyi kabul etmez. Eşlik görevinde ve aile yetkesinde kendini belli eden zorlayıcı ahlak anlayışı, korkak ve güçsüz kişilerin ahlakıdır. Bunlar, doğal sevgi yetenekleriyle yaşamayı göze alamadıkları şeyleri, boşu boşuna, polisin ve evlilik yasalarının yardımıyla elde etmeye çalışırlar.’
Feminist hareketin önde gelen isimleri arasında yer alan Millett, cinsel politika kuramını ideolojik, biyolojik, toplumsal, sınıfsal, ekonomik ve eğitsel açıdan incelediği Cinsel Politika kitabı ile büyük yankı uyandırmıştır. Ataerkillik, kadının sistemli bir biçimde cahil bırakılması, kadın özgürlüğü ve kadınlar üzerindeki baskı üzerine çok sayıda çalışması ve eseri bulunan Millett’in diğer önemli kitapları arasında Sokak Kadınları, Pencere, Sita, İran’a Gitmek ve Bodrum yer almaktadır.
60’lı yıllarda Irk Eşitliği Kongresine ve Ulusal Kadın Örgütüne katılan Millett, bugün Kadın Sanatçılar Kolonisi tarafından kurulan bir çiftlikte yaşamını sürdürmektedir.
‘Eylem ve yararlılık açısından ele alındığı zaman, cinsel rol, kadına ev işi, çocuk bakımı gibi işleri yüklerken, insancıl oluşumların geri kalan tümünü, ilgi ve istek duymayı, ilerleme ve yükselme hırsını erkeğe bırakır.’
Margaret Atwood (1939– )
‘Alıştığınız şey, derdi Lydia Teyze, sıradanlıktır. Bu size şimdi sıradan görünmeyebilir, ancak bir süre sonra sıradan görünecektir. Sıradan olacaktır.’
Bir kez Booker Ödülünü, iki kez The Governor General’s Ödülünü kazanan Atwood, günümüzün en önemli kurgu yazarlarından biri kabul edilmektedir. Roman yazarı olarak tanınmasına karşın çok sayıda şiir kitabı da bulunan Atwood, feminist edebiyatın en değerli örneklerinden biri olan Damızlık Kızın Öyküsü’nün de yazarıdır. Atwood, kitabında kadın haklarıyla ilgili yaşanan gelişmelerin tersine döndüğü bir distopya ortaya koymaktadır.
‘Çok şeyiniz olursa.. bu maddi dünyaya aşırı bağlanır ve manevi değerleri unutursunuz. Manevi yoksulluğu beslemelisiniz.’