Giriş
Felsefe, genel geçer düşünceler içermez ve bir dilim dalı değildir. Daha çok düşünsel aktivite, hakikate ulaşma ve tinsel yaptırım isteği olarak açıklanabilir. Felsefede bilimde kullanılan kesin kanıtlar ve mantıksal olma gerekliliği aranmaz. Aksine sübjektif pencereden bakan kümülatif bir düşünce yığınıdır.
Felsefe bir bilim dalı olarak kabul edilmez fakat psikoloji, tarihte ve günümüzde önemli rollere sahip olan bir bilim disiplinidir.
Felsefe ve psikolojinin birbirine olan gereksinimi yadsınamaz bir gerçekliktir. Psikoloji, disiplinler altında insanın tinsel duruşuna baktığı noktada felsefe ile bir araya gelir.
Felsefede ise, hakikat arayışının alanına ve konusuna göre, psikolojik ruh halleri ve davranış şekillerinin ortaya çıktığını görürüz. Felsefi disiplin benimsendiği taktirde tinsel olarak bahsi geçen düşünce yapısına ve ruh haline yakınlaşmak kaçınılmaz olacaktır. Örnek verecek olursak; Arthur Schopenhauer felsefi olarak benimsediği ‘pesimizim’ tutumunu yaşamının birçok noktasında sergilemektedir.
Bu yazının içeriğinde, yukarıda verdiğim örnekten yola çıkarak felsefe ve psikolojinin yadsınamaz bağlantısını ve farklılıklarını kaleme alacağım.
Psikoloji
Psikoloji kelimesi, Grek kökenli ‘psyche’ ve ‘logos’ kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Sözlük anlamına baktığımızda ise; ‘ruhu öğrenmek’ olduğunu görebiliriz. Fakat sözlük anlamından bağımsız olarak psikoloji, insan ve hayvan davranışlarını inceleyen pozitif bir bilim dalıdır.
Felsefenin aksine psikoloji, spekülatif açıklamalardan kaçınır ve zihin süreçlerinin bilimidir. İnsan davranışlarını objektif bir pencereden açıklayarak felsefenin yapı taşından ayrılır. Felsefe ve psikoloji arasındaki en önemli ayrım bu noktadadır. Bu iki disiplin böyle ince bir ayrıntı ile ayrılmışlardır fakat birbirleriyle bilgi alışverişine ve aktarımına devam edip gelişimlerini sürdürmektedirler.
Psikoloji ile İlgilenenler için 10 Alternatif Kitap Önerisi listemiz de ilginizi çekebilir.
Bilimde Felsefenin Yeri
Felsefe, küme şeklindeki olay gruplarını konu olarak ele alan ve bunların nedenselliğini, kendi içlerinde meydana getirdikleri konuları inceleme amacı güden bilim dallarından farklı olarak; evrensel olay veya fenomeni açıklamak için, bu grupların ve onların özel kanunlarının üstünde yükselen insan zihninin çabasıdır.
Felsefe, kendi içindeki çözümleme ve hakikate ulaşma çabasındaki sistemlerinin ilk maddesini bilimden, öncelikli olarak psikoloji biliminden yararlanarak ortaya çıkartmaya çalışır. Bu noktada psikoloji, felsefe için çok önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü felsefe, sonu olmayan bir labirenttir ve bu labirenti çözmek için insan tinini ve düşünsel yeteneğini kullanmaktadır.
Psikoloji ise; insan zihnini çözümlemektedir. Bu iki bağlantının sonucu olarak felsefenin en büyük yardımcı bilimi psikolojidir. Bunun yanına ek olarak başta psikoloji olmak üzere birçok bilim dalı da felsefe olmadan noksan ve yetersizdir.
‘Felsefe olmasa bilimler, birliği olmayan bir küme, cansız bir bedendirler; bilimler olmasa felsefe bedensiz bir ruh halini alır.’
Alfred Weber
Bilimsel savlar büyüyüp geliştiği ve genişlediği sürece felsefi teoriler sağlamlaşır. Her bilimsel aktivite ve gelişim, bir felsefi hareketi meydana getirmektedir.
Antikçağ Filozofları
Antikçağ filozoflarına göre ruh maddeden ayrı ve bağımsız değildir. Bu dönemde filozoflar ruhu kendi görüşlerine göre yorumlamış ve arke kavramı ile açıklayıp düşüncelerini derinleştirmişlerdir.
Platon ve Aristoteles’in bu konudaki çalışmaları günümüzde hala değerini korumaktadır. Aristoteles, ruhu bedenin bir fonksiyonu olarak görmüş ve iç yaşantılar için en uygun yer olarak kalbi öne sürmüştür. Aristoteles’in bu açıklaması bilimsel psikolojiyi başlatan ilk açıklama olarak kabul edilebilir. Psikoloji de Aristoteles’in bu konudaki açıklamalarından diğer disiplinler gibi etkilenmiştir. Aristoteles’in yeri, felsefe ve bilim dünyasında oldukça büyük bir saygınlık ve değerdedir. Antik çağda birçok filozof, psikoloji disiplinine katkıda bulunabilecek ve günümüzdeki gelişimine yakın sayabileceğimiz ifadelerde bulunmuş ve hepsi arke hakkında düşüncelerini öne sürerek hem felsefe hem de psikoloji için rehberlik etmişlerdir.
René Descartes
Ünlü Fransız düşünür Descartes, sinir sistemi ile davranış ve tutumların arasındaki bağlantı ve ilişkiyi açıklamıştır. Descartes’in evrensel bir bilim güdüsüyle kaleme aldığı ‘Dünya’ isimli yapıtı, birçok bilim dalına öncülük etmiş ve bütünleyici bir özellik ortaya çıkartmıştır.
Descartes bu eserinde fizyolojik süreçlerin belli psikolojik olaylara nasıl sebep olacağını ve aralarındaki sebep sonuç ilişkilerini açıklamaya çalışmıştır. Psikolojik-fizyolojik bütünleştirmesini, bugün psikoloji alanında çalışan bilimciler kadar ileri götürmemiştir ancak Dünya, psikolojinin gelecekte bilimler ailesinin bir üyesi olmasında önemli bir role sahip olmuştur.
Descartes’in bu çalışma ve açıklamalarından sonra fizyolojide ortaya çıkan bütün gelişmeler ve yenilikler, aynı zamanda psikolojiyi de geliştirmiş ve ilerlemesine de büyük ölçüde katkıda bulunmuştur.
Felsefi Akımlar ve Psikoloji
Psikoloji alanında süre gelen çalışmalara, felsefi akımlar da yön vermiştir. Bu akımlar Empirizm, Pozitivizm ve Materyalizmdir. Bahsi geçen akımlar ayrı ayrı incelendiğinde, hepsi bilime hizmet eden akımlardır.
XIX. yüzyıl filozoflarından bazıları, zihin süreçlerini anlamada deneysel yönteme yanaşırken bir kısmı bu yönteme pek sıcak bakmamıştır. Zihin süreçlerine deneysel olarak (empirizm) bakmayan düşünürler, genellikle rasyonalizme yönelmişlerdir. Empirizm ve rasyonalizm birbirine zıt iki düşünce akımı haline gelmiştir. Bu düşünce akımlarında orta noktayı koyup hem deneydir hem de akıldır diyerek felsefe tarihine büyük katkıda bulunan filozof ise Emmanuel Kant’tır.
Zihinsel süreçlerin ardında yatan bedensel mekanizmaları anlamada fizyolojinin etkisi olmuştur. Psikolojinin ayrı bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasını sağlayan ilk olay Wundt’un 1879’da Leipzig’de “Psikoloji Laboratuvarı” kurmasıdır. Psikoloji; felsefe ve fizyolojinin katkılarıyla kendi yapısını oluşturmuş, dünyaya geçmişte ve günümüzde çok büyük katkılar sağlamış ve sağlamaya da devam edecektir.
Psikoterapi ve Felsefe
Sigmund Freud
Sigmund Freud, psikoterapinin oluşmasında ve temelinde baş yapıt olarak kabul ettiğimiz “Rüyaların Yorumu” (Traumdeutung) adlı eserini yayınladıktan bir süre sonra, 1986 yılının Nisan ayında, henüz bir üniversite öğrencisiyken Wilhelm Fliess’e yazdığı bir mektubunda, felsefeyi anlamaya çabaladığını ve tıp biliminden psikolojiye yönelerek bunu başarmak üzere olduğunu yazmıştır. Burada Freud’un felsefe, tıp ve psikolojiyi harmanlayarak bir şeyler üretme sürecinde olduğunu görmekteyiz.
Ancak sonraki yıllar içerisinde Schopenhauer veya Nietzsche gibi önemli filozoflar hakkında az bilgiye sahip olduğunu belirterek felsefeyi sayısız defa eleştirmiştir. Bilinçdışının felsefede yetersiz ve eksik tanımlandığını birçok defa dile getirilmiştir. Örneğin; “Psikanaliz ve Metapsikoloji Tekniği Hakkında” isimli eserinde şunları yazmıştır:
“Bilinçaltımız, filozoflarınkiyle tam olarak aynı değildir ve çoğu filozof “bilinçdışı psikoloji” hakkında bilgi sahibi olmak dahi istemez”.
Birçok yazar ve düşünür Freud’un felsefe ile daha çok ilgilenseydi ve felsefe camiasında benimsenip kabul görseydi çok daha başarılı ve yararlı olabileceğini hala tartışma konusu olarak ele alırlar.
Alfred Adler
Alfred Adler, 1902 yılından 1911 yılına kadar Frued’un yakın arkadaşıdır ve psikanalitik teorinin geliştirilmesini ve uzmanlar arasında bilgi alışverişi sağlayan bir birlik olan “Çarşamba Psikoloji Derneği”nin (sonrasında “Viyana Psikanaliz Derneği” olarak anılmaya başlanmıştır) kurucularından biridir.
1911 yılında Adler, diğer dokuz uzmanla birlikte psikanaliz topluluğundan ayrılarak bireysel psikoloji ekolünü kurmuştur. Adler, ilk büyük eseri olan ve psikoloji konusunda birçok düşüncesini içeren “Nevroz Sorunları” (Über den nervösen Charakter) adlı kitabını, 1912 yılında yayımlanmıştır.
Adler, Nietzsche’nin yanında yer alan, Kant araştırmacısı olan ve “Als Ob” felsefesini geliştiren Alman filozof Hans Vaihinger’i referans olarak almıştır. 1933 yılında, insanın metafiziği bireysel psikolojide bulabileceğini dile getirmiştir.
Carl Gustav Jung
Carl Gustav Jung, analitik psikolojinin kurucusudur. Sigmund Freud ve Alfred Adler ile birlikte derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan biridir.
Jung’ın psikoloji alanında ortaya koyduğu yeni kavramlar, büyük oranda kabul görmüş ve yaygınlık kazanmıştır. Örneğin; içe dönüklük, dışa dönüklük, gölge, arketip, kolektif bilinçdışı, anima ve animus gibi kavramlar Jung’a aittir ve insan psikolojisi üzerine yapılan birçok çalışmada bu kavramlara referans verilmektedir.
Jung’ın en önemli teorisi; insan zihnini bilinç, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olarak üçe ayırması ve kolektif arketip kavramıyla psikoloji literatürüne yeni bir bakış açısı kazandırmasıdır.
1944 yılında simya sembollerini inceleyen Jung, simyadaki işleyişin saf olmayan ruhun (kurşun), kusursuz ruha (altın) dönüşümü olduğunu ve bunun bireyselleşme sürecinin bir metaforu olduğunu savunmuştur.
Eserlerinde ve savlarında çoğunlukla felsefeden yararlanmış ve psikoloji ile felsefeyi bir arada tutmuştur. Felsefe ve Psikoloji isimli eseri, her iki alanda da önemli bir yere sahiptir.
Felsefi Değer Teorisi
Aksiyoloji olarak adlandırılan bu teori, felsefenin bir dalı olarak karşımıza çıkarken aynı zamanda ekonomi, sosyoloji, antropoloji ve psikoloji gibi disiplinler arası uygulama ve işlevlere de sahiptir.
Değer kelimesine felsefi olarak baktığımızda, en kaba tabir ile bir şeyin kıymeti diyebiliriz. İyi ve kötü terimlerine karşılık olarak gelebilen büyüklükleri kapsar. Etik olarak baktığımızda ise, geçmişten günümüze değer algısı birçok kararımızı ve duygularımızı etkiler. Birçok din ve kültürde değer skalası vardır ve insanlar hareketlerini bunlara göre belirleyerek hayatlarını sürdürürler.
Değer teorisyenleri değeri, içsel ve araçsal değer olarak ikiye ayırırlar. Bir varlık, dış etkenlerden bağımsız olarak kendi başına iyiyse, içsel değere sahiptir. Bir varlık, diğer iyi şeylere yol açan bir araç olarak yararlıysa araçsal değere sahiptir.
Bazı sınıflandırmalar ise; ekonomik, ahlaki, politik, estetik ve dini değerler dahil olmak üzere fayda türüne odaklanır. Değerlendirme terimlerinin anlamı ve işlevine dayanan diğer kategorileştirmeler; atıfsal, yüklemsel, kişisel, kişisel olmayan ve etken-göreli değerleri tartışır.
Mükemmeliyetçilik
Bu alandaki önemli bir nokta olan mükemmeliyetçilik, karakteristik insan yeteneklerinin gelişimine katkı sağlar ve vurgular. Birçok dalda önemli bir yere sahip olan değer algısı psikolojide bireyin kişiliğini; doğal olarak benliğini büyük ölçüde etkileyen, fiil ve kararlarını şekillendirip benliğini oluşturmasında yardımcı bir motivasyon olarak yer alır.
Psikologlar, bu motivasyonun bireyin psikolojik durumunda büyük ölçüde katkı sağlayabileceğini yahut zarar verebileceğini vurgular. Örneğin; ahlaki değerleri belirli bir kalıba koymuş ve kalıbında çoğunluğun faydasına katkıda bulunacak materyaller bulunduran bir birey hırsızlık yapmaz. Bu etik, felsefe ve psikolojinin harmanlanmış nice örneğinden sadece birisidir.
Jung’ın ‘Felsefe ve Psikoloji’ Eserinden Alıntılar
Felsefe ve psikolojinin harmanlandığı en açık eserlerden birisi olan Felsefe ve Psikoloji, bize birkaç cümle ile bu iki disiplinin birbirine olan gereksinimini ve bir arada güzel bir iş birliği içinde olduklarını vurgulamaktadır.
“Bir şeye sahip olmada haz yoktur; haz, bir şeye erişmededir.”
“Çoğu insan kendi varoluşuna hayret etmekten bile acizdir.”
“Kendi varoluşumuzun ardında, ancak dünyayı bir kenara koyarsak erişebileceğimiz başka bir şey vardır.”
“Hiç kimse daha fazlasını istemeyeceği bir başarıya erişememiştir. Bunun nedeni basit; insan mutluluğun peşinde koşar, oysa mutluluk ancak elde edildiği an için mutluluk olarak kalır, ardından insanın daha önceden bildiği o aynı köhne, yavan dairesine geri döner.”
‘‘”Etrafımızdaki dünya ruhani şeylerle dolu” diyor Nietzsche. “Yaşamımızın her anı bize bir şey söylemeye çalışıyor, oysa bu tin sesini dinlemek hiç umurumuzda değil.’’’’
‘‘Yalnızken sessizce durduğumuzda kulağımıza bir şeyin fısıldanacağından korkuyoruz, bu yüzden de sessizlikten nefret ediyor ve kendimizi sosyallikle uyuşturuyoruz.”
“Organik varlıkların asla inorganik maddeden gelişmediği, aksine sadece yaşamla temas aracılığıyla geliştiği meselesi binlerce örneğin doğruladığı bir olgudur.”
“Mutluluğa giden yol bizi görkeme yönlendirmez, bunun yerine kendi varlığımızın dipsiz derinlerine daldırır. “Kendi varoluşumuzun ardında,” diyor Schopenhauer, “ancak dünyayı bir kenara koyarsak erişebileceğimiz başka bir şey vardır.”
“Görülmeye değer bir diğer parça da başarılı görülme ve “kariyerli” sayılma arzusudur, bu dürtünün kölelerine “kariyerist” denir. “
“Bu insanlar türdeşleri uğruna hatta kendi iyilikleri için değil bir kurmaca, bir sanrı uğruna çalışıp çabalar ve yaşamı yıldırım hızıyla tüketirler. İnsanüstü bir gayretle ömürlerini heba, adalet ve hakikati ihlal ederler, kendilerinin ve başkalarının mutluluğunu telaşla mahvederler; ne için, aşırı hararetli hayallerinden doğma, şaşalı bir seraba, yani başkalarının gözündeki şan şöhrete bir an önce atlamak için…”
Kapak Fotoğrafı: Photo by Karl Raymund Catabas on Unsplash