Sokrates
Felsefeyi tarihsel ve gelişimsel olarak iki bölüme ayıracak olsak, elbette Sokrates gibi bir filozofun rolü çok büyük olacaktır. Felsefe tarihini Sokrates öncesi ve sonrası şeklinde iki bölüme ayırabiliriz ve bunun en büyük sebebi, Sokrates öncesi filozofların daha çok metafiziksel, doğa ve doğaüstü güçlerle ilgilenip felsefenin temel kaynağı olan insan ve insan düşünceleri ile ilgilenmeyişleri olabilir.
Felsefenin başlangıç noktası doğa ve tanrı olgularıdır. Fakat Sokrates insan ve insanların düşüncelerini doğanın önüne koymuştur. Ve erdemli olmayı temel olarak ele almış ve insanların düşünmekten korktuğunu ve kaçtığını düşünerek onları sürekli olarak düşünmeye teşvik etmiş ve tabiri caizse yeri geldiğinde bunaltmıştır.
Dünyevi zevk ve ihtiyaçlara önem vermeyen bu büyük filozof, duş almaz, kıyafetlerini değiştirmez, dış görüşüne önem vermez ve ailesiyle pek ilgilenmediği için kötü baba ve eş olarak nitelendirilmiştir. En çok önem verdiği şey her zaman düşünmek olmuştur.
Düşünmeye öylesine büyük bir önem vermiştir ki; rivayete göre, soğuk kış günlerinde şehrin her yerini gören bir tepeye çıkarak hiç kımıldamadan 2 gün boyunca kendi iç dünyasına çekilerek düşünmüştür. Dışarıdan bakıldığında yaşamadığı sanılsa dahi iç dünyasıyla öyle bir etkileşim ve alışveriş halindedir ki, dış dünya ile irtibatını kesmiştir.
Felsefeyi yaşamına tam olarak indirgeyen Sokrates, sadece kendisinin değil etrafındaki bütün insanların düşünmesini, ne olduğunu bilmesini ve en önemlisi neyi bilmediğinin bilmelerini istemiştir. Ve neredeyse her gün halkın içine karışıp, düşündürücü, sorgulayıcı sorular sorarak insanları düşünmeye teşvik etmiştir. Bu hareketlerinden dolayı kendisine ‘at sineği’ lakabı verilmiştir. Rahatsız edici, pes etmeyen, yılışık ve yapışkan fakat zarar vermeyen… Bu lakabı edinmesinin sebebi Atinalıları gerçekten bunaltmasıdır. Çarşı pazar gezip boş felsefe yapmamış ve insanlara nutuk çekmemiş, düşünmeleri ve sorgulamaları için onlara sorular yöneltmiş ve onları uyuştukları yerlerden çıkartmaya çalışmıştır. Onun iyi niyetli bu isteği Atinalıları fazlasıyla rahatsız etmiş ve Sokrates’i mahkemeye şikayet etmişlerdir.
O dönemin politeist dinine inanmaması (şehrin kabul ettiği tanrılara inanmamak ve yeni tanrılar oluşturmak) ve gençleri yozlaştırarak saptırdığı gerekçeleri ile mahkemeye çıkartılmıştır. Mahkeme heyeti oylama yaparak bir karara varmıştır ve bu karar, felsefenin babası sayılabilecek yüce Sokrates’in zehirli baldıran içerek infaz edilmesi şeklinde olmuştur.
Aldığı ceza karşısında Sokrates’in öğrencileri, arkadaş ve dostları beklendiği gibi onu kaçmaya teşvik etmiştir. Sokrates kabul ettiği anda onu kurtaracaklardır çünkü, özellikle öğrencileri, bilge hocalarının karşılaştığı haksızlığa öylesine üzülmüş ve sinirlenmişti ki, onu kurtarmak için her yolu denemişlerdir. Fakat Sokrates kaçmayı kabul etmemiş ve cezasını kabul etmiştir. Çünkü yasayı çiğnemeyi ve yasal sorumluluğu Atina’ya bırakmak istememiştir.
70 yaşındaki Sokrates uzun bir konuşmanın ardından hayata veda etmiştir. Bu konuşmadaki en çarpıcı cümlesi ‘Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez.’ olmuştur. Yıllar sonra hala konuşulan bu büyük filozof, felsefeye birçok yenilik ve bilgi katmıştır. Görüleceği üzere tarih, onu idama çarptıran Meletos ve yandaşlarını değil, erdemi ile ölmeyi kabul eden Sokrates’i yazmıştır.
Aristokles / Platon / Eflatun
Sokrates’in bir numaralı öğrencisi Aristokles ya da bilinen diğer ismiyle Platon, Arap alfabesinde P harfi bulunmadığı için Platon yerinde Eflatun ismiyle anılmıştır. Asıl adı Aristokles’tir, fakat geniş omuzlara sahip olduğundan geniş anlamına gelen Platon ismini de almıştır.
Felsefenin en büyük filozoflarından biri sayabileceğimiz Platon etik, epistemoloji ve siyaset gibi felsefenin birçok disiplini ile ilgilenmiştir. Yaşamı boyunca birçok eser vermiş ve felsefeye çok fazla katkısı olmuştur.
Hocası Sokrates’in hiç kendisine ait yazılı eseri bulunmamasına rağmen Platon sayesinde birçok düşüncesi günümüze kadar gelmiştir. Platon’un en önemli düşüncelerinden birisi olan idealar dünyası kendi döneminde de günümüzde de merak uyandıran bir sistemdir. Platon, yaşadığımız dünyanın gerçeklikten uzak olduğunu ve idealar dünyasının bir yansıması olduğunu öne sürmüştür. Şu an var olduğumuz dünya gerçek değildir çünkü kalıcı değil, geçici varlıklar üzerine kurulmuştur. Örnek verecek olursak; bir kalem düşünelim. Bu kalemi kırabilir, yakabilir yahut herhangi bir şekilde yok edebiliriz. Ve kalem argümanı bu dünya üzerinde kalıcı olmayan, gelip geçici bir varlık olduğu için gerçek varlık olduğundan söz edilemez.
Fakat idealar dünyasında, Platon’un gerçek bilgilerin kaynağı olduğunu düşündüğü bu dünya anlayışında, kalem nesnesini düşündüğümüzde herkesin aklına gelecek olan varlık aynıdır. Ve diğer dünyada şekil değiştirdiği gibi idealar dünyasındaki şekli değişmez ve yok olmaz bir varlıktır. Platon’a göre gerçek varlıklar böyle olmalıdır. Bir varlığın var olduktan sonra formunu değiştirmesi, yok olması veya yok edilmesi o varlığı gerçeklikten uzaklaştıracaktır. Bu sebeple idealar dünyası gerçek dünyadır ve yaşadığımız dünyadan uzakta, bu dünyanın dışında başka bir evrendir. Ve gerçek olandır.
Aristoteles
Platon’un bir numaralı öğrencisi olan Aristoteles, felsefe tarihinin başını çeken isimlerden birisidir. Birçok bilim dalında çalışmalar vermiştir. Yeri geldiğinde hocası Platon ile fikir ayrılıkları yaşayarak ‘Hocamı severim fakat hakikati daha çok severim’ diyerek cesurca fikirlerini ortaya koymuştur. Aristo’nun kayda değer birçok kuramı vardır fakat hayatımıza indirgeyip benimsememiz gereken önemli bir düşüncesi ‘altın orta’ prensibidir.
Aristo insan hayatının aşırılıklardan uzak bir şekilde, her şeyin kararında olması gerektiğini savunmuştur. En sevilen ya da insanı en mutlu eden şeyin bile fazlası zarar olacaktır. Bu düşünce sistemine hayat üzerinden çok fazla örnek verebiliriz. Mesela; bir insan aşırı atılgan olursa bu kesinlikle ona zarar verecektir. Bu durumun tam tersi söz konusu olursa, yani kişi korkak olarak nitelendirilirse tahmin edilebileceği gibi bu durum da onun aleyhine olacaktır. İki durumun ortası, aşırı atılganlık ve korkaklığın orta noktası bulunmalıdır. Bu da cesaret olacaktır. Sevgi çoğu görüşe göre dünyadaki en güzel şey olarak nitelendirilirken sevginin bile fazlası gerek etken kişiye gerek edilgen kişiye zarar verecektir.
İnsan mutluluğu için her şeyin ölçüsünü bilmeli ve orta yolu bularak mutlu bir hayat yaşamalıdır. Aşırılıklar insanı her zaman mutsuz edecektir. Çok klişe bir laftır fakat doğruluğu tartışmaya açık değildir: Her şeyin fazlası zarardır.
Herakleitos (Heraklitos)
İlk çağ filozoflarından biri olan Herakleitos, döneminin önemli tartışması olan ‘arkhe’ problemi üzerine oldukça düşünmüş ve çarpıcı fikirler ortaya atmıştır. Sokrates öncesi doğa filozoflarının problemlerinden birisi olan ‘arkhe problemi’; ana madde, yapıtaşı anlamına gelmektedir. Herakleitos arkhenin ateş olduğunu öne sürmüştür. Çünkü ateş sürekli olarak alevlidir ve her şeyi yakıp kavurur.
‘Aynı derede iki kez yıkanılmaz’ düşüncesinden yola çıkan Herakleitos, değişimin insan hayatında çok etkin bir rol oynadığını öne sürmüştür. Çünkü insanlar var oldukça ve yaşamaya devam ettikleri sürece değişim sürekli olarak var olacaktır ve hiçbir şey kalıcılığını koruyamayacaktır. Çoğu kişinin kabullenemediği yahut kabullenmekten korktuğu değişim gerçeği kaçınılmazdır. Descartes’in de dediği gibi ‘Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.’ Aynı derede iki kez yıkanılmaz cümlesinde anlatılmak istenen, bir dereye girip yıkandığınızda ve işiniz bittiğinde o dereden çıktığınızda su aynı olarak kalmayacaktır. Akıp gidecek, değişecektir. İkinci kez dereye girdiğimizde ise su akıp gitmiştir ve farklı bir suya ile karşılaşacak duruma gelmişizdir. Değişim bu kadar keskin bir gerçek iken her şeyin yapı taşı olan arke ancak ateş olabilir. Çünkü ateşte belirli bir form yoktur ve önüne gelen her şeyi değiştirecektir.
Demokritos
Demokritos, Sokrates öncesi Antik Yunan filozoflarından bir tanesidir. Aynı Herakleitos gibi arkhe problemi ile ilgilenmiş ve arkhenin ‘atom’ olduğunu öne sürmüştür. Fakat arkheden öne gelen ATOMCU EVREN TEORİSİ ile anılması daha yerinde olacaktır.
Demokritos’a göre hakikate ulaşmak ve hakiki bilgiyi elde etmek oldukça zordur. Çünkü duyular yoluyla algılama oldukça özneldir. Aynı şeyi duyumsayan farklı bireylerden her biri farklı izlenimler elde ettiği için duyusal izlenimler yoluyla gerçeği algılayamayız. Duyulardan elde edilen verileri yorumlayabilir ve gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşabiliriz. Çünkü gerçek sonsuz bir derinliktir. Bilmenin iki çeşidi mevcuttur. Bunlar: Meşru ve gayrimeşrudur.
Gayrimeşru bilgi, duyular yoluyla elde edilen bilgiler ile mümkündür. Bu nedenle yetersiz ve özneldir. Çünkü duyusal veriler elde ettiğimizde izlenilen yol, farklı atom şekillerinin bize ulaştığında duyularımızı harekete geçirir ve duyusal izlenimlerimiz ortaya çıkar.
Meşru bilgi ise akıl yoluyla elde edilen bilgidir. Daha doğru gayrimeşrudan gelen duyu verilerinin akıl yoluyla detaylandırılmasıdır. Kişi bu işlemi yaparak veriyi detaylıca düşünebilir ve gayrimeşru bilginin yanlışlığından uzaklaşabilir, tümevarımsal olarak düşünebilir. Bu işleme parçaları birleştirerek bütüne ulaşma çabası diyebiliriz.
Epikür
Helenistik dönemin büyük filozoflarından olan Epikür için insan hayatının amacı mutlu olmaktır ve insan yaptığı her eylemde acı, üzüntü ve kederden kaçarak haz ve mutluluk arayışındadır. Ve mutlu olunabilecek tek hayat ve dünya anlayışı, korkunun olmadığı bir dünyadır.
Epikür’e ‘Bireyin mutluluğu nasıl sağlanabilir?’ sorusu yönetildiğinde ‘Olabildiğince fazla haz ve mutluluk; olabildiğince az acı ve ıstırap içinde bir yaşam sürerek sağlanabilir.’ cevabını vermiştir.
Felsefesinde en önemli kavramlardan birisi haz kavramıdır. Hedonizm olarak adlandırılan bu anlayış, eleştirilmesinin aksine, erdemleri yadsımadan oluşturulan bir anlayış sistemiydi. Epiküros’a göre; insan haz arayışında olmalıydı fakat elde edeceği hazzın hesabını kitabını en önemlisi karını ve zararını hesaplayarak elde etmesi gerekiyordu. Her dönemde fazlasıyla eleştiriye maruz kalmış olan Epiküros’un düşüncesi, eleştirilenin aksine gözü sadece haz arayan ve temel ahlaki disiplinleri yok sayan bir anlayış değildi. Kontrol edebileceğimiz, tedbiri elden bırakmadan sonunda acı çekmeyeceğimiz hazları elde etmek için çabalanmasını gerektiğini öğütlemişti. Peşinden koşulması gereken hazlar anlık ve duyumsal hazlar değil, daha uzun süren ve daha duyumsal hazlardı. Peşine düşeceğimiz hazza karar verirken akıl ve sağduyudan kopmazsak ahlak kurallarından da çıkmamış olur hem mutlu hem de erdemli bir insan olabiliriz.
Diyojen
Kinizmin önde gelen isimlerinden birisi olan Sinoplu Diyojen, gerek kendi döneminde gerek ileriki dönemlerde sıra dışı bir filozof olmayı başarmıştır. Kinizmin zenginlik ve şöhret gibi dünyevi zevklerden uzaklaşarak insanın kendi kendisine yetmesi düşüncesini benimseyen Diyojen, evde bile yaşamaya gerek duymamış sokakta bir fıçının içerisinde yaşayarak hayatını devam ettirmiştir.
Büyük İskender, fazlasıyla merak uyandıran bu filozofu merak eder ve kendisini görmek ister. Tabii ki Diyojen’in belirli bir konaklama alanı yoktur, sokaklarda yaşamını sürdürüyordur. Sokakta güneşlenirken kendisine doğru gelen kalabalığı fark eder ve rahatını bozarak olduğu yerden doğrulur. Büyük İskender öne doğru atılır ve kendisini tanıtır. ‘Ben Büyük İskender’im!’ Diyojen ise, ‘Ben de köpek Diyojen’im’ der. Büyük İskender kendisinin bir istediği olup olmadığını samimi bir şekilde sorar. Sokaklarda bir köpek gibi yaşamak yerine kendisine güzel bir ev verebileceğini söyler. Diyojen kendisine sunulan bu ve benzeri tekliflere karşılık olarak ‘Gölge etme başka bir şey istemem.’ diyerek bir kez daha dünyevi zevkleri elinin tersi ile iter ve tüm bunları değersiz bulduğunu vurgular.
Pythagoras
Üçgen ile akıllara gelen bu filozofun diğer filozoflardan farklı olarak tarikat diyebileceğimiz bir topluluğu ve taraftarları vardı. Tanrıları Apollon’du ve siyasi emelleri vardı.
Grubun felsefi görüşlerinin başında, ruhun doğası bakımından bedenden farklı ve ölümsüz olması vardı. Pisagorculara mal edilen en önemli öğreti ‘ruh göçü’ öğretisiydi. Bu görüşte insanın ruhunun bu dünyadan başka bir dünyaya, bir insandan başka bir insana, bazen insandan hayvana geçtiği, Platon’un söylemi ile ‘birçok beden eskittiği’ ileri sürülmekteydi.
Bu görüş, Doğu-Batı felsefelerinde ruh-beden ikiciliğinden oluşan düalist görüşün kabul edildiği geleneklerin başlangıcı olmuştur.
Thales
Herakleitos ve Demokritos gibi Thales de arke problemi ile ilgilenmiş ve her şeyin yapı taşının ‘su’ olduğu düşüncesine varmıştır. Thales’e göre her şeyin ana maddesi sudur. Çünkü kendisi asla değişmez fakat kendisine gelen ve giden ‘şeyleri’ her zaman bir değişime sürükler. Bu neden arkhenin su olduğu görüşünü öne sürmüştür. Sokrates öncesi bir filozof olan Thales, sadece felsefe ile değil matematik ve astronomi gibi bilim dalları ile de ilgilenmiştir.
Protagoras
Bir sofist olan Protagoras da Sokrates öncesi filozoflarından biridir. Sofistler, hakikatin göreceli olduğu sonucunu çıkartan ilk sistematik düşünürler olmuşlardır. Göreceliğe göre, bilgi ancak onu gözlemleyen kişinin kendisine ait nitelik, duyum ve düşüncelerine göre analizleri sonucu elde edebileceği birbirinden farklı verilerdir. Örneğin; sofistler için doğum yeri, aile alışkanlıkları, yetenek ve tercihler ile dini öğretiler insanın kontrolü altında tutulabilecek veriler olarak ele alınmıştır. Sofistler belirtilen kültür ve değerler etkisinde o an bize doğru gelen şeyi kabul ettiğimizi iddia ederler. Aynı kültür, değer hatta dini inancın içerisinde olan insanlar bile birbirinden farklı hakikatlere sahip olabilirler.