Distopya Nedir?
Distopya kavramına bakacak olursak; hayal edilenin tam zıttı bir tasarım olarak karşımıza çıkar. Olmasını istemediğimiz bir toplum, düzen ideasıdır. Ütopyanın kelime anlamı olarak zıttı denilebilir.
İlk Distopya
Distopya denildiğinde, genel bilinirlik açısından George Orwell önde olsa da, ilk distopya kitabı Yevgeniy Zamyatin’in ‘Biz’ romanıdır.
Kitap, 1924 yılında yayımlanmıştır. Neredeyse yüz yıl önce… Yüz yıllık bir distopya tasarımı, ne kadar uzak görünse de, 2024’te tamamlanmış olacak.
Yevgeniy, nasıl bir toplum hayal etmişti ki, Rusya’dan göç edilmeye zorlanmıştı. Eserinde bahsettiği toplum, Rus toplumuna benzetildiği için kitabı ilk defa İngilizce dilinde New York’ta basılabilmişti.
Biz, Yevgeniy Zamyatin
Yevgeniy Zamyatin’in yaşamak istemediği toplumda, verimlilik öncü kavram ve duygulara asla yer yok. Aslında insana bile yer yok. Çünkü isim yok, insanlar yalnızca birer numara. Duvarlar insanları örtmüyor. Saydam camların ardında, sistemin kontrolünde yaşanıyor.
Yevgeniy’e göre; toplum gelişmiş, uzaya çıkılmış ama bu toplum, onun için karanlık bir tasarım olmuş.
Distopya dünyası böylece doğmuş oluyor. Bildiğiniz bilmediğiniz tüm distopik dünyaların kaynağı, bu öncünün arkasına dizilmiş yaratıcı bir zincir. Bu zincirin en büyük halkalarını ise; Aldoux Huxley, Ayn Rand, George Orwell, Kurt Vonnegut ve Ursula K. Le Guin’in içinde olmamaktan mutluluk duyacağınız eserlerinde görebilirsiniz.
Sinema ve Televizyonda Distopya
Peki, bu karanlık dünyalar beyazperdeye nasıl yansıdı?
Ray Bradbury’nin kült romanı Fahrenheit 451 yayımlandığı 1951 yılından sonra, 1966’da sinemaya uyarlandı ve ‘Değişen Dünyanın İnsanları’ olarak seyirci karşısına çıktı. Yıllar içinde yeni versiyonlarıyla da karşılaştık.
Ben de; kitaplarda, sahnede veya hafiften de olsa, yaşadığımız dünyada yer alan ve tüylerimizi ürperten bu distopik dünyaların sinema ve televizyon dünyasında yer alan örneklerinden bahsetmek istiyorum:
The Man in the High Castle, Frank Spotnitz (Yaratıcı)
Philip K. Dick’in 1961’de yayımlanan romanından uyarlanan The Man in the High Castle dizisi, şu soruyu soruyor: ‘İkinci Dünya Savaşı’nı Alman ve Japonlar kazansaydı ne olurdu?’ Toplam dört sezon olan ve her sezonda 10 bölümün bulunduğu dizide, bu sorunun cevabını bulabilirsiniz. Ve şu soruyu sorabilirsiniz: ‘En yakın çıkış veya kaçış ne tarafta?’
See, Steven Knight (Yaratıcı)
‘Ben de herkes gibi körüm ama çocuklarım sizi görmeyi asla bırakmayacağım.’
Artık göremiyorsunuz. Işık, görme kavramları sapkınlık. Kitaplar tehlikeli, yasak. Makinalar ise, Tanrı. Eski dünyaya dair ne varsa cadılık. Böyle bir dünyaya sebep olan, virüse adapte olmuş ve bunları kabul etmiş bir toplumu izliyoruz.
Years and Years, Russell T. Davies (Yaratıcı)
‘Berbat bir dünya ama yine de tek bir saniyesini bile kaçırmak istemiyorum.’
Distopya yapımları, yakına geldikçe daha gerçekçi ve daha dehşet verici oluyor. Çünkü, ‘yok ya, bu da olmaz’, diyemiyorsunuz. Her şey olabilir. 2035 çok yakın, ne kadar kötü olabilir? Sürükleyici bir distopyanın tam ortasında yaşayan sıradan bir ailenin parçası olmanızı şiddetle tavsiye ederim.
Upload, Greg Daniels (Yaratıcı)
‘Anılarım eksik yüklense bile ben yine ben miyim?’
Her şey yavaş yavaş online platforma dönüyorken, ahiret de online olsa mı? 2033 yılında ölürseniz önceden parasını ödediğiniz ahirete yüklenebileceksiniz. Uygulama içi satın alımlarla ahiretinizi güncelleyebileceksiniz. Gayet eğlenceli ve keyifli bir dizi, tabi internetiniz bitene kadar.
Omniscient, Pedro Aguilera (Yaratıcı)
Devletin kurduğu sistemde her hareketiniz minik böceklerle izleniyor. Hedef, suçsuz bir toplum. Suçsuz ama kısıtlı bir toplumda mı yaşamak istersiniz, suçlularla birlikte de olsa, özgür olmayı mı tercih edersiniz?
Osmosis, Audrey Fouché (Yaratıcı)
Ruh eşinizin kesinlikle var olduğunu biliyorsunuz. Yanınızdaki kişiyi de seviyorsunuz, ama ruh eşiniz değil? Herkes ruh eşiyle mutlu olur, fikriyle mutlu bir toplum yaratabilir miyiz?