Kısaca Muhyiddin İbnü’l Arabi kimdir?
İbnü’l Arabi tasavvufta bir başlangıç ve İslam dünyasında hakkında en çok tartışılan bilgindir. Ardından gelen Sadreddin Konevi, Davud-i Kayseri ve Molla Fenârî onun açtığı bu yolda öğretilerini yaymaya devam etmişlerdir.
İmam-ı Rabbanî ve İmam-ı Gazali ile İslam tarihindeki üç büyük düşünürden birisidir. Varlık Birliği (Vahdet-i Vücut) olarak bilinen tasavvuf kuramını oluşturan ve bu kuramla anılan bir bilge kişidir.
İsmi, Ebû Bekir Muhammed bin Ali olup. İbnü’l Arabî ve Şeyh-ül Ekber (Büyük Şeyh) isimleriyle meşhur olmuştur. Genellikle Muhyiddin İbnü’l-Arabî olarak bilinir.
İbnü’l Arabî, Muvahhidun döneminde 1165 yılında Mursiye (Murcia), İspanya’da doğmuş, 1239 yılında Şam’da vefat etmiştir.
İbnü’l Arabi’nin Görüşleri
İbnü’l Arabi, Vahdet-i Vücud (Varlık birliği) öğretisinin baş sözcüsüdür. Ancak bu öğreti İbnü’l Arabî’nin eserlerinde bu adla anılmaz. İfadeyi ilk kullanan, İbnü’l Arabî’nin öğrencisi Sadreddin Konevi’dir. Vahdet-i Vücud tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve “bir” olduğunu savunan bir görüştür.
İbn Rüşd
İbnü’l Arabî, 1182’de henüz 17 yaşındayken dönemin ünlü düşünürü İbn Rüşd ile görüşür. O dönem, İbn Rüşd’ün ‘bilginin akıl yoluyla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. Genç Muhyiddin ise, gerçek bilginin sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşif yoluyla elde edilebileceğine inanır. Bu yaklaşımını ünlü düşünüre karşı kendinden çok emin bir tavırla savunduğu için onu çok etkilemiştir.
İlahi Komedya
Fransız Matematikçi ve yazar René Guénon; Dante’nin ‘İlahi Komedyası’nda adı geçen ‘İnferno’yu (cehennem) kaleme alırken İbnü’l Arabî’nin ‘Kitab el-İsra’ (Gece Yolculuğu kitabı) ile ‘Fütûhât-ı Mekkiye’ (Mekke İlhamları) adlı eserlerinden faydalandığını iddia eder. İbnü’l Arabî’nin gerek ‘Kitab el-İsra’ ve gerekse de ‘Fütûhât-ı Mekkiye’ adlı eserlerdeki simge ve semboller, özellikle Dante’nin cehennemi ile İslami cehenneminin benzerliği, Hz. Muhammed’in Miraç’ı; cehennem ve cennetten sonra her ikisi eserde de başkarakterin nurani bir yoğunluktan söz etmesi bu iddiayı kanıtlar niteliktedir.
René Guénon’un da kabul ettiği bu iddia, aslında kendisi de Endülüslü olan tarihçi Miguel Asin Palacios’a aittir. Miguel Asin Palacios, ‘Dante ve İslam’ isimli eserinde bu iddiayı dile getirir.
Celaleddin Rumi
İbnü’l Arabî Selçuklu hükümdarının daveti üzerine 1215’te Bağdat’tan Konya’ya gelir ve veliaht Keykavus’a hoca olur. İbnü’l Arabî, bu süreçte Selçuklu İmparatorluğu’nun büyük yerleşim bölgelerinden Konya, Sivas ve Malatya’da bulunur.
Arabî’nin Konya ziyareti esnasında Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulacağını kaleme aldığı rivayet edilir. Konya’da bulunduğu dönemde Mevlânâ Celaleddin Rumi henüz 12 yaşındadır. İbnü’l Arabî pazar yerinde babasının arkasında yürüyen Küçük Celalettin’i gördüğünde ardından bakıp şöyle der:
“Hayret! Bir umman (okyanus), bir göle takılmış gidiyor.”
Fütuhat-ı Mekkiye
İbnü’l Arabi’nin bilinen 250’den fazla eseri vardır. Bilenen en ünlü eserlerinden birisi Fütuhat-ı Mekkiye’dir. (Mekke İlhamları)
İbnü’l Arabî bu eserini otuz yılda tamamlar. Eser 560 bölümden oluşur. İslam dünyasının tematik olarak hazırlanmış ilk ve tek ilimler ansiklopedisidir. ’Fütuhat-ı Mekkiye’, İbnü’l Arabî’nin tasavvufi görüşlerini en geniş boyutlarıyla açıkladığı eseridir.
İbnü’l Arabî, Fütuhatının birinci cildinde şunları yazar:
“Allah kemâl sahibidir. Kâinatta kendi kemâlini göstermiş, gökleri mükemmel yaratmıştır. Mükemmel şekil küredir. Onun için kâinat küreler halinde yaratılmıştır. Dünya küre şeklindedir ve ekseni etrafında dönmektedir.”
Bu satırlar yazıldığında henüz Galileo’nun doğmasına 400, Kopernik’in doğmasına ise 300 yıl vardır.
Fusüs’ül Hikem
İbnü’l Arabî, Şam’a geldiğinde kendisinin Fütuhattan sonra en büyük eseri olarak kabul edilen ‘Fusüs’ül Hikem’i (Bilgelik Fanusları) kaleme alır. İbnü’l Arabî bu eseri rüyasında Peygamber’den ümmetine aktarmak üzere aldığını belirtir. İbnü’l Arabi, Fusüs’u yazma nedenini şöyle açıklar:
“627 Hicret yılı, Muharrem ayının son günlerinde, Şam’da iken. Tanrının peygamberi Hz. Muhammed’i gerçek bir rüya anlamında gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana dedi ki, bu Fusüs ül-Hikem kitabıdır. Bunun al ve halka açıkla ve bu bilgilerden herkes yararlansın.”
İbnü’l Arabî eserinde şunları da yazmıştır:
‘…Küçük insan, büyük âlemin (kozmos) bir minyatürüdür… İnsan varlığı, âlemden daha da küçük olsa da o büyük âlemin bütün hakikatlerini kendisinde toplamaktadır. Bu sebepledir ki, bilge insanlar, bu âleme büyük insan (insan-ı kebir) adını veriyorlar…’
İyi ve Kötü Kavramlarına Bakış Açısı
İbnü’l Arabî bir kitabında şöyle yazmıştır:
‘Hakk’ı tanıyan kişi gerçekten tanıdığı zaman itikat sahibinin itikadıyla bağlanmaz. Yani; hiçbir dine veya inanca bağlı olmaz, onun için iyi ve kötü; doğru ve yanlış, iman ve küfür ayırımı yoktur; hepsi bir ve aynı şeydir.’
Günümüz dünyasında bu sözdeki derinliği anlamak için çok iyi düşünmek gerekir.
Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim Kehaneti
İbnü’l Arabî “Şeceretü’n-Nu‘mâniyye” isimli eserinde “Tılsım sâhibi ilk ‘Sin’in varlığından söz eder. Burada bahsi geçen ‘Sin’in Yavuz Sultan Selim olduğu iddia edilir. Onun cülûsunun ‘Mim’den sonra olacağını söyleyerek onun tahta geçişinin kendisinden önceki en büyük hükümdar olan Fatih Sultan “Mehmet”ten daha sonra olduğuna işaret ettiği iddia edilir. Bu şifreye göre “Mim”den, yani Mehmet’ten sonra tahta geçecek olan “Sin” yani Selim’dir.
Sin’in zafer sevinciyle Şın’a vardığı zaman unutulmuş virane bir kabri açığa çıkaracağını belirterek, yıkık ve virane olan kabrin onun söylemesiyle ziyadeleştirileceğine işaret eder. Ki, bu “yıkık ve virane kabir” İbnü’l Arabî’nin, kendisine zındık diyen cahiller tarafından yıkılarak yerle bir edilen kendi kabridir. ”Şın” ise Şam şehridir. Malum ”Sin” ve ”Şın” Arap harflerinde ”S” ve ”Ş”nin karşılığıdır. Onun bu kerameti halk arasında daha çok; “İzâ dehalu Sin fi’ş-Sin, zahara fî kabruhû Muhyi’d-dîn” (“Sin Şın’a dâhil olunca, açığa çıkar kabri Muhyiddîn’in!”) ifadesiyle dile getirilmiştir.
Yavuz Sultan Selim 1516 yılında Şam’ı fethettiğinde, İbnü’l Arabî’nin bu kehanetini doğrularcasına onun kabrini buldurur, buraya türbe yapılmasını, yanına da bir cami ve imaret inşa edilmesini emreder. İbnü’l Arabî’nin Şam’daki türbesi ve camisinin bakımı Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine kadar sürdürülmüştür.
Bazı yazarlar İbnü’l Arabî’nin farklı kehanetlerinden de bahseder. Fransız astrolog Nostradamus’un bile kehanetlerini yazarken İbnü’l Arabî’den esinlendiği rivayet edilir.
Mezarı
İbnü’l Arabî’nin kabri halen Şam şehri dışında Kasiyun Dağı eteğindedir. Türbenin kubbesinde İbn Arabî’nin kendisine ait olduğu iddia edilen ‘Bütün yüzyıllar yetiştirdikleri büyük insanlarla tanınır, benden sonraki yüzyıllar benim ismimle anılacak’ anlamında bir beyit yazılıdır.
Ünlü tasavvuf bilginlerinin bazıları, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin geldiği bilinç ve ilâhî anlayış seviyesinin peygamberler hariç insanlığın gelebileceği en yüksek seviye olduğu görüşündedirler. Tasavvuf çevrelerindeki genel görüş, gelmiş geçmiş en büyük birkaç şeyhten biri olduğu yönündedir; bu da “Şeyh-ül-Ekber” yakıştırmasının en önemli kanıtıdır.