
11 Mayıs 1904’te İspanya’nın Figures kentinde dünyaya gelen Salvador Dali, ismini kendisinden dokuz ay önce hayatını kaybeden kardeşinden alır. Sanatçının hiç tanımadığı erkek kardeşine çok benzemesi onda kendini kanıtlama isteği uyandırır ve küçük yaşta kimlik sorunu yaşamaya başlar.


Dali’nin ebeveynleri birbirine oldukça zıt insanlardı. Babası sert bir karakter; annesi ise, bir o kadar yumuşak huylu… Ebeveynlerinin birbirine bu kadar zıt olması onda kaprisin ve şımarıklığın oluşmasına sebep oldu. Annesiyle birlikte resme başlamıştı. Annesinin ölümünün ardındansa, resim onun için bir tutku haline geldi.

1921 yılında Madrid’deki San Fernando Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydolan ve öğrenim görmeye başlayan Dali, Federico Garcia Lorca ve Luis Bunuel gibi o dönemin etkili sanatçılarıyla tanışıp onlarla arkadaş oldu. Ancak akademide başlayan anarşist gösterilere katıldığı için okuldan atıldı ve on iki günlüğüne tutuklandı. Tutukluluğunun ardından, Barselona’da ilk kişisel sergisini açan Dali’nin resimleri eleştirmenler tarafından ilgi ve şaşkınlıkla karşılandı.

1926’da Paris’e gitti ve burada modern resim ile tanıştı. Aslında Paris, aynı zamanda entelektüel bir çevre ile tanışmasını da sağladı. Başta büyük saygı duyduğu ve ilerleyen yıllarda adından sıkça söz edeceği Pablo Picasso ile tanıştı. Eserlerinde Picasso’nun etkisi oldukça ağır basmaktadır.
Stefan Zweig, Sigmund Freud gibi isimlerin görüşleri, Dali’nin görüş açısını farklılaştırdı. Bu farklılıklar Dali’ye entelektüel bir söylem ve yeni sanat akımlarını deneme imkanı sağladı. Örneğin; kübizmi Madrid’de ilk uygulayan sanatçı Salvador Dali oldu. 1929 yılında ise, arkadaşı Luis Bunuel ile beraber çektikleri “Bir Endülüs Köpeği” adlı avangart kısa film sürrealist sanat çevresinde bu ikiliye büyük şöhret kazandırdı.

Genellikle kadınlara pek ilgi göstermeyen, onları cinsel fanteziler için yaratılmış canlılar olarak gören Dali, ilk olarak 1926 yılında bir otelin terasında gördüğü, şair Paul Eluard’ın eşi olan Gala ile ilerde evliliğe dönüşecek olan tutkulu bir aşk yaşadı. Öyle ki; “Aşkın gözü kördür” cümlesini doğrulayacak şekilde hareket eden Gala, kocasını ve üç cocuğunu terk ederek Dali’ye kaçtı ve Dali’nin yalnızca sevgilisi değil, ilham kaynağı ve sırdaşı olarak hayatına devam etti.
Gala, çevresi tarafından “deli dahi” olarak tanınan Salvador Dali’nin hayatında o kadar çok yer kapladı ki, karısının 1982’de hayatını kaybetmesiyle Dali, yaşama küstü ve karısının gömüldüğü Pubol Kalesi’ne yerleşti. Bu acıya yedi yıl dayanabilen Dali, 1989’da kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti ve Figueres’te kendi adını taşıyan müzenin mahzenine gömüldü.
“Dahi Deli” Salvador Dali’nin Bazı Eserleri

Narcissus’un Başkalaşımı
Dali denildiğinde akla gelen ilk resimlerden biri Narcissus’un Başkalaşımı’dır. Resme baktığımızda; bize göre solda Narcissus’u görürüz. Narcissus kafasını dizine dayamış sudaki yansımasına bakıyor. Onun hemen sağında bir el yumurta tutuyor, nergis kozası, onun içinden nergis çiçeği çıkıyor. Bedeni ve yüzünün sudaki yansımasını görüp anlatılan hikayesi gibi, kendisine aşık olan Narcissus gözlerini kendisinden alamıyor ve yakıcı güneşin altında oturuyor. Sonrasında güneşte yavaş yavaş eriyerek nergis çiçeklerine dönüşüyor.


Belleğin Azmi
Dali’nin en bilinen eserlerinden bir diğeri, Belleğin Azmi’dir. Bu eser “Yumuşak Saatler” ya da “Eriyen Saatler” olarak da bilinen eserde, bir kumsal manzarası önünde eriyen cep saatleri resmediliyor. Dali, bu resimdeki ilhamını Ağustos güneşi altında erimekte olan Camembert peynirinden ve duvarda asılı duran bir saatten aldığını söyler.
Bana kalırsa, zamanın hızla akması ve peynirin aynı oranda erimesi Dali’nin zaman kavramına karşı bir protestosudur. Adeta bu resim, Einstein’in zamanın göreceli kavramını ifade ettiği izafiyet teorisinin Dali tarafından resmedilerek anlatılması gibidir. Zaman, güneşin altında hızla eriyen bir peynir gibidir, yavaş yavaş akar ve hiç durmaz.


Çarmıha Gerilmiş İsa
“Tanrı da benim gibi bir başka sanatçıdır” diyen ve hiçbir tanrıya inanmayan Salvador Dali, Çarmıha Gerilmiş İsa resmini yaptığında, o dönemin en büyük sansasyonu da bu resim olur.
Kimileri bu resmi bir İsa’nın bir yaratık gibi resmedilmesinden dolayı saygısızlık olarak görür ve ağır eleştiriler de bulunur, kimileri ise beğenir. Hristiyan alemini ikiye bölen resimde çarmıha gerilen İsa çivi ve kandan yoksundur. İsa’nın altında geçilmeyi bekleyen bir deniz ve denizi sandalla geçmenin planlarını yapan iki adamı görmekteyiz. Bize göre resimde sağ tarafta kalan üçüncü bir adam ise, başka bir tekneye doğru ilerlemektedir. Resim 2006’da yapılan bir oylamada İskoçya’nın en sevdiği tablo olarak seçilir ve çoğu kişi tarafından yirminci yüzyılın en büyük dini resmi olarak kabul edilir.


St. Anthony’nin Baştan Çıkışı
Dali’nin en önemli resimlerinden biri de, St. Anthony’nin Baştan Çıkışı’dır. Resimde sol dizinin üzerine çökmüş ve sağ eliyle hacı yukarı kaldıran kişi Anthony. Sağ ayağının hemen yanında duran kuru kafa ölümü temsil ediyor. Şaha kalmış at ise, şehvet duygusunu ve bir baştan çıkış olgusunu gösteriyor. Buradaki at, Dali’nin Sigmund Freud’dan ne kadar etkilendiğinin de bir göstergesi. Çünkü, resmedilen at cinsel dürtülerin şahlanmış hali. Hemen arkasında bulunan fil ve onun üzerinde bir teslimiyet duygusuyla cinsel bir çağrıda bulunan kadın, arzu nesnesi olarak göze çarpıyor. Kadın, tüm çekiciliğiyle Antohny’i beklemekte. Ardından gelen filler ise birer tapınağa benziyor. Dali burada yine bir din eleştirisi yaparak oldukça kırılgan bacaklar tarafından taşınan dini yapıların çaresizliği anlatılıyor. Açık bir havanın kara bulutlarca kapanması ise yakında işlerin kızışacağına işaret ediyor.


Penceredeki Kadın
Dali’nin bir diğer önemli resmi ise, Penceredeki Kadın’dır. Bu resimdeki kişi, kardeşi Anna Maria’dır. Penceredeki Anna Maria herkese arkasını dönmüş, açık pencereden Cadaques manzarasını izliyor. Güneşli ve açık bir hava yansıtılmış durumda. Resimde hiçbir ilginç detay görmemekteyiz. Gerçeküstü bir ressamın tamamen gerçekçi bir şekilde işlediği ender bir resim. Kim bilir, belki bu yönüyle ilgimizi hala çekiyor.
