18 Nisan 2025

Geçmişten Günümüze ‘Halk Düşmanı’ Kavramı

Burcu Tur Yüksel Akay

~13dk

Antik Roma

‘Halk Düşmanı’ terimi, Latincede yer alan ‘hostis publicus’ ifadesine dayanmaktadır ve ilk olarak Antik Roma döneminde kullanılmaya başlanmıştır.

Roma’da ‘hostis’, yabancı düşman anlamında kullanılmış; ‘hostis publicus’ ise, kamuya yani tüm Roma halkına karşı tehdit oluşturan kişileri ifade etmiştir. Roma Senatosu, devlete karşı isyan eden ya da kamu düzenini bozan kişileri hostis publicus ilan ederek onların öldürülmesini yasal hale getirmiştir. Ayrıca bu tür bir ilan, kişinin tüm sivil haklarını yitirmesi anlamına gelmiştir.

Buradaki kullanımda en belirgin olan özellik, suçun yalnızca bireysel değil, kamusal bir tehdit olarak çerçevelenmiş olmasıdır. Yani bireyin varlığı, doğrudan doğruya toplumun varlığına karşı bir tehdit olarak görülmüştür.

Stoa of Attalos

Fransız Devrimi

1789 Fransız Devrimi sırasında ve özellikle de Jakoben döneminde, ‘halk düşmanı’ (ennemi du peuple) terimi daha sistematik ve ideolojik bir araç olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Robespierre başta olmak üzere devrimci liderler, karşı devrimcileri, monarşi yanlılarını ya da devrim ilkelerine karşı gelenleri halk düşmanı ilan ederek infaz etmişlerdir. Bu dönemde halk düşmanı suçlaması, çoğu zaman herhangi bir somut delile ihtiyaç duyulmadan, muhalifleri susturmak için kullanılmıştır. Dolayısıyla yalnızca hukuki değil, aynı zamanda politik bir silah haline gelmiştir.

Bu bağlamda halk düşmanlığı artık yalnızca eyleme değil, düşünceye de yönelmiştir.

fransız devrimi

Amerika Birleşik Devletleri

ABD’de halk düşmanı (public enemy) terimi, özellikle 1930’lu yıllarda FBI tarafından organize suç liderlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Al Capone ve John Dillinger gibi isimler bu bağlamda halk düşmanı ilan edilmiştir.

FBI’ın Direktörü J. Edgar Hoover, medyayı da kullanarak bu suçluları toplum nezdinde birer tehdit olarak göstermiş; böylece kavram, kitlesel medyada ve kamu algısında yer edinmeye başlamıştır.

Dillinger, 1934 yılında öldürüldüğünde ‘Amerika’nın bir numaralı halk düşmanı’ ilan edilmiştir.

Bu dönem, kavramın kriminal bağlamda en yoğun kullanıldığı yıllar olmuştur.

Al Capone arrest record card

Totaliter Rejimler

Nazi Almanya’sında halk düşmanı (Volksfeind) kavramı, Yahudiler, Komünistler ve engelliler gibi Nazi ideolojisine aykırı grupları tasfisye etmek için kullanılmıştır. Yani kişinin devletle ya da Führer’le değil, doğrudan Alman halkı ile çeliştiğini iddia eden bir söylemi içermiştir. Böylece devletin uygulamaları meşrulaştırılmıştır.

Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nde ise, özellikle 1936-1938 yıllarındaki Büyük Temizlik sırasında sıkça kullanılmıştır. Parti içi muhalifler, bürokratlar ve hatta sıradan yurttaşlar bile bu suçlamayla tutuklanmış, çalışma kamplarına gönderilmiş veya idam edilmiştir. Terim, Stalinist rejimin otoritesini pekiştirmek ve muhalefeti tamamen bastırmak için sistematik olarak kullanılmıştır.

Çin’de Mao Zedong yönetiminde, özellikle Kültür Devrimi (1966-1976) döneminde halk düşmanı benzeri bir terim olan ‘karşı-devrimci’ ifadesi, milyonlarca insanın hedef alınmasında rol oynamıştır. Aynı şekilde sınıf düşmanları, eski elitler ve entelektüeller halkın düşmanı olarak damgalanmıştır.

Bu bağlamda kavram, sadece bireysel suçları değil, ideolojik karşıtlıkları da kapsamıştır ve etik ve hukuki sınırların ötesine geçmiştir.

Günümüzde Kullanımı

Günümüzde halk düşmanı ifadesi genellikle hukuki değil, siyasi bir itham olarak kullanılmaktadır.

Eleştirel gazeteciler, akademisyenler ve muhalif siyasetçilerin yanı sıra kendilerini ‘kamu yararı savunucusu’ olarak tanımlayan hacker grupları ya da aktivistler de sıklıkla bu çerçevede etiketlenebilmektedir.

Bu söylem, kavramın ne kadar göreceli ve ideolojik olduğunu bir kez daha ortaya koyarken eleştirel düşünceyi bastırmanın bir aracı haline gelmekte ve toplumu ‘biz’ ve ‘onlar’ olarak kutuplaştırmaktadır.

İfade özgürlüğü ve siyasal çoğulculuk ilkeleriyle bağdaşmayan halk düşmanlığı suçlaması, otoriter rejimlerin klasikleşmiş bir yöntemidir ve çoğu zaman meşruiyetin toplumsal rızaya değil, korkuya dayandırıldığı rejimlerde görülmektedir.

Hukuki Bağlamda Halk Düşmanı Kavramı

Hukuki bağlamda halk düşmanı ifadesi, genellikle resmi bir suçu tanımlamak için değil, sembolik bir etiket olarak kullanılmıştır.

Modern ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan belirlilik ilkesi, bir suçun tanımının açık ve kesin olmasını zorunlu kılmaktadır. Fakat halk düşmanı kavramının sınırları genellikle belirsizdir ve siyasi çıkarlarla şekillendirilebilir. Bu da keyfi uygulamaları beraberinde getirebilir.

Özellikle kamu güvenliğini tehdit eden veya organize suç işleyen kişiler için medya ve devlet yetkilileri tarafından dile getirilen kavram, güç ilişkileriyle doğrudan bağlantılıdır.

Akademik Literatürdeki Yeri

Kavram sosyoloji, siyaset bilimi, hukuk ve medya çalışmaları gibi birçok alanda incelenmiştir. Özellikle Michel Foucault, iktidar ve suç ilişkisine dair analizlerinde bu tür kavramların nasıl araçsallaştırıldığını ele almıştır.

Kavram, sadece bireysel değil, kolektif kimlikleri hedef alma biçimiyle modern siyasi analizlerde önemli bir yere sahiptir.

Bunlara ek olarak, suç olgusuyla ideolojinin kesişiminde yer alan halk düşmanı ithamının çoğu zaman gerçek suçlardan çok ideolojik çatışmalara dayanması, bazı akademisyenlerin kavramı siyasal silah olarak değerlendirmesine sebep olmuştur. Çünkü halk düşmanı kavramının özünde yatan şey, kimin halktan sayıldığı ve kimin sayılmadığına dair karar mekanizmalarıdır. Böylece kavram, toplumsal dışlamanın en keskin araçlarından biri haline gelmektedir. Bu boyutuyla etik, politik ve hukuki tartışmaların da merkezindedir.

Salamanca Üniversitesi

Türk Siyasi Tarihi

Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e

Osmanlı İmparatorluğu döneminde ‘halk düşmanı’ ifadesi birebir kullanılmasa da, benzer içerikte terimler ve sınıflandırmalar mevcuttur. Özellikle fitne çıkaran, devlete isyan eden ve mürtet gibi kavramlar, toplum düzenini tehdit eden unsurlar olarak görülmüştür. Bu bağlamda halk değil, doğrudan devlet merkezli bir yaklaşım söz konusu olmuştur.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte devletin meşruiyeti halk iradesine dayandırılmaya başlanmış; böylece halka karşı olmak, dolaylı olarak devlete karşı olmak ile eşdeğer hale gelmiştir. Bu süreçte halk düşmanlığı kavramı doğrudan değilse de dolaylı yollardan söylemlere ve siyasal pratiklere girmiştir.

1923-1980

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) tek parti iktidarında, yeni kurulan rejimin ideolojik temelleri olan laiklik, milliyetçilik ve halkçılık ilkelerine karşı çıkanlar, rejime tehdit olarak görülmüştür. Her ne kadar halk düşmanı terimi bu dönemde resmi söylemde nadiren geçse de, muhalifler ve karşıt sesler ‘gerici’ (mürteci), ‘yobaz’ ve ‘bölücü’ gibi sıfatlarla adlandırılmış ve halkın çıkarlarına karşı oldukları imasıyla kullanılmıştır.

İzmir Suikastı girişimi (1926), Takrir-i Sükûn Kanunu (1925), ve Şeyh Said İsyanı gibi olaylar, muhaliflerin sistematik olarak bastırılması için gerekçe oluşturmuş, ‘rejim düşmanı’ söylemiyle halk düşmanlığı arasında kurgu bir bağ kurulmuştur.

1950’lerden itibaren Türkiye’de çok partili siyasal yaşamın başlamasıyla birlikte siyasal söylemde ‘biz ve onlar’ ayrımı belirginleşmiştir. Özellikle 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası kurulan düzende, eski iktidarın (Demokrat Parti) halka zulmettiği ve anayasayı çiğnediği iddialarıyla birlikte bu kez doğrudan millet düşmanı ya da cumhuriyet düşmanı gibi kavramlar kullanılmaya başlanmıştır.

Bu dönem boyunca ideolojik farklılıklar çerçevesinde taraflar, karşıt görüştekileri zaman zaman milletin menfaatlerine karşı hareket etmekle suçlamış; bu söylem, halk düşmanlığı suçlamasının siyasal bir versiyonu olarak ortaya çıkmıştır.

1980 ve Sonrası

12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte devletin bekası söylemi ön plana çıkmış, terörle mücadele, siyasi istikrar ve ekonomik kalkınma gibi gerekçelerle muhalefet ve farklı sesler bastırılmıştır. Bu dönemde vatan haini, anarşist ve ayrılıkçı gibi ifadelerle beraber halk düşmanlığı da dolaylı biçimde kullanılan bir kavram haline gelmiştir.

Kenan Evren’in halka hitap ederken sıkça kullandığı “Bu milletin menfaatine olmayan her hareket, millete ihanettir” söylemi, doğrudan halk düşmanlığı ithamının modernleştirilmiş halidir. Burada dikkat çekici olan, halkın çıkarlarını belirleme yetkisinin yine devlete ve onun temsilcilerine ait olduğu varsayımıdır.

2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de siyasal kutuplaşma artarken, iktidar–muhalefet ilişkisi de giderek daha sert bir dile evrilmiştir. Bu süreçte hükümet yetkilileri ya da iktidar partisi sözcüleri, zaman zaman muhalifleri, gazetecileri, akademisyenleri veya sanatçıları yerli ve milli olmamakla, dış güçlere hizmet etmekle ve milletin değerlerine savaş açmakla suçlamıştır.

Özellikle Gezi Parkı protestoları (2013), 17–25 Aralık süreci ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, millet iradesine karşı olmak ile halk düşmanlığı arasındaki bağ daha sık kurulmuş; bu söylem toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiştir.

Bu bağlamda medya organları ve sosyal medya da halk düşmanı ilan etme işlevi gören araçlar haline gelmiştir.

BONUS

Siyasal Söylemin Yargıdaki Karşılığı

Ceza hukuku açısından, Türkiye’de doğrudan halk düşmanlığı olarak bir suç tipi bulunmasa da halkı kin ve düşmanlığa tahrik, halkı isyana teşvik ve terör propagandası gibi maddeler bu tür söylemlerin yargısal zeminini oluşturmaktadır. Ancak bu hükümlerin çoğu zaman muğlak olması, ifade özgürlüğü ve sınır ihlallerine yol açabilmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye ile ilgili kararlarında bu tip suçlamaların siyasal nitelikli ve ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı biçimde kullanıldığını belirtmiştir.

Kapak Fotoğrafı

Bu içeriği beğendiniz mi? Bunun gibi daha fazla içerik üretebilmemiz için bize Patreon´da destek olun. 🙂
10layn.com Patreon button
Burcu Tur Yüksel Akay

Burcu Tur Yüksel Akay

Tüm yazıları

E-bültenimize kaydolun.