10 Nisan 2025

Mahkeme Salonlarından Toplumsal Hafızaya: Türkiye Yargı Tarihine Damgasını Vurmuş 10 Önemli Dava

Burcu Tur Yüksel Akay

~19dk

Türk yargı tarihinde bazı davalar siyasi atmosferin gölgesinde, bazılarıysa halkın vicdanıyla şekillenmiştir. Bu davalardan büyük bir kısmı medya aracılığıyla geniş kitlelere ulaşmış ve yıllar boyunca konuşulmaya devam edilmiştir.

İşte, Türk adalet sisteminde en çok tartışılan 10 önemli dava:

Yassıada Yargılamaları (1960-1961)

27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından kurulan Yüksek Adalet Divanı, kamuoyunda Yassıada Mahkemeleri olarak anılan davaları başlatmıştır. Darbenin hemen sonrasında tutuklanan dönemin Başbakanı Adnan Menderes, bakanlar ve Demokrat Parti milletvekilleri, anayasayı ihlal, zimmet ve görevi kötüye kullanma gibi çeşitli suçlamalarla yargılanmışlardır.

Mahkemeler, büyük ölçüde siyasi yaklaşımla yürütülmüş ve adil yargılanma ilkesi zedelenmiştir. Yargılamalar sonucunda Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idama mahkum edilerek 1961 yılında infaz edilmişlerdir.

Yassıada’daki duruşmalar olağanüstü hal koşullarında, kamuoyunun ve baskı altındaki medyanın gözleri önünde yapılmıştır. Duruşmalarda, savunma haklarının kısıtlandığı, mahkemelerin yürütme erkinin etkisi altında kararlar aldığı hem basın mensupları hem de kamuoyu tarafından sıklıkla dile getirilmiştir.

Sanıklara yönelik suçlamalar arasında ‘bebek davası’ ve ‘köpek davası’ gibi kamuoyunda alaycı biçimde anılan konular da yer almıştır. Bu durum, yargılamaların ciddiyeti ve hukuki meşruiyeti konusunda büyük tartışmalara yol açmış; yargı süreci, hukuk tarihçileri tarafından sıklıkla siyasi hesaplaşmanın aracı olarak değerlendirilmiştir.

Türk demokrasisinin kırılma noktalarından biri olan Yassıada Yargılamaları, hukukun bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkeleri açısından hala tartışılmaktadır.

1990 yılında alınan kararla idam edilen devlet insanlarının itibarları iade edilmiş, Yassıada ismi ise daha sonra ‘Demokrasi ve Özgürlükler Adası’ olarak yeniden düzenlenmiştir.

adnan menderes 27 Mayıs 1960

Deniz Gezmiş ve Arkadaşlarının Yargılanması (1971-1972)

68 kuşağının simge isimleri, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) kurucuları ve Türkiye’de devrimci hareketin öncülerinden olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 12 Mart Muhtırası sonrası tutuklanmış ve Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde anayasal düzeni zorla değiştirme suçundan yargılanarak idama mahkum edilmişlerdir.

6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Cezaevi’nde infaz edilen gençlerin davasında, THKO üyesi 18 kişi yargılanmış, diğer sanıklar çeşitli sürelerde hapis cezasına çarptırılmışlardır. Savunmalarında devrimci ideallerini savunan sanıklar, başta üniversite öğrencileri olmak üzere toplumun birçok kesiminden destek görmüştür. Ancak dönemin siyasi atmosferi ve askeri vesayetin baskısı, hukukun tarafsızlığına gölge düşürmüştür.

Gezmiş, İnan ve Aslan’ın idamları, özellikle gençlik hareketleri için bir dönüm noktası olmuş, infaz kararları kamuoyunda büyük tartışmalara yol açmıştır. İdamların siyasi bir mesaj niteliği taşıdığına dair görüşler, dava sürecine dair eleştirilerin temelini oluşturmuştur.

deniz gezmiş

Çetin Emeç Cinayeti (1990)

7 Mart 1990 tarihinde, Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın koordinatörü Çetin Emeç, Suadiye’deki evinden işe gitmek üzere aracına bindiği sırada kimliği belirsiz kişilerin silahlı saldırısına uğramıştır. Olay yerinde hem Emeç hem de şoförü Sinan Ercan hayatını kaybetmiştir.

Türk basın dünyasını derinden sarsan bu suikast, hem medya camiasında hem de kamuoyunda şok etkisi yaratmış ve basın özgürlüğü açısından ciddi endişelere neden olmuştur.

Cinayetin ardından olayın ardındaki kişi ya da grupların tespit edilmesi amacıyla geniş çapta soruşturmalar yürütülmüştür. Ancak olay yeri bulguları, tanık ifadeleri ve elde edilen deliller, saldırının tüm yönleriyle aydınlatılmasına yetmemiştir. Farklı radikal örgütler zaman içinde saldırının sorumluluğunu üstlense de bu iddiaların hiçbiri somut bir sonuca ulaşmamıştır. Böylece Çetin Emeç cinayeti de çözülemeyen birçok siyasi cinayet gibi faili meçhul olarak dosyalarda yerini almıştır.

Çetin Emeç’in öldürülmesi, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik karanlık bir müdahale olarak hafızalara kazınmış; cinayetin bugüne kadar çözülememiş olması, Türkiye’de basın mensuplarının karşılaştığı tehditlerin ciddiyetini bir kez daha göstermiştir.

Madımak Davası (1993-2023)

2 Temmuz 1993’te Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri sırasında, Madımak Oteli’nde konaklayan sanatçı, yazar ve akademisyenlerin bulunduğu bina radikal grupların saldırısına uğramıştır. Kalabalığın oteli kuşatması ve sonrasında ateşe vermesi sonucu, aralarında Metin Altıok, Asım Bezirci ve Behçet Aysan gibi isimlerin de yer aldığı 33 aydın, 2 otel çalışanı ve 2 saldırgan olmak üzere toplam 37 kişi hayatını kaybetmiştir. Katliam, Türkiye’de laiklik, hoşgörü ve ifade özgürlüğü gibi temel değerlerin sorgulanmasına yol açarken büyük bir toplumsal travmanın da başlangıcı olmuştur.

Olayın sonrasında açılan Madımak Davası, kamuoyunun yakından takip ettiği en uzun ve karmaşık yargı süreçlerinden biri haline gelmiş; saldırıya karıştığı belirlenen yüzlerce kişi hakkında dava açılmış, bir kısmı müebbet hapis cezasına çarptırılmış, bazı sanıklar ise yurtdışına kaçmıştır.

Davanın zaman aşımı, firariler ve delil yetersizlikleri gibi gerekçelerle sürüncemede bırakılmasıysa, adalet arayışını gölgelemiştir.

Susurluk Davası (1996-2001)

3 Kasım 1996 tarihinde Balıkesir’in Susurluk ilçesinde meydana gelen bir trafik kazasında, bir milletvekili, bir polis şefi, bir mafya lideri ve bir güzellik kraliçesinin aynı araçta bulunması, Türkiye’de uzun süredir konuşulan ancak somutlaştırılamayan derin devlet iddialarını gündemin merkezine taşımıştır. Bu kaza, devlet ile yasa dışı yapılar arasındaki bağlantıların halk nezdinde görünür hale gelmesine yol açmış ve kamuoyunda büyük bir infial yaratmıştır.

Susurluk Davası, emniyet birimleri, siyasetçiler ve yeraltı dünyası arasındaki ilişkilerin yargı önünde sorgulanmaya başlandığı ender süreçlerden biri olmuş; Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Abdullah Çatlı gibi isimler olayın merkezinde yer almıştır. Açılan davalar sonucunda bazı sanıklar ceza alsa da, mahkeme süreci boyunca yaşanan gelişmeler, kamuoyunun adaletin tam anlamıyla yerini bulmadığı yönündeki endişelerini artırmıştır. TBMM’de kurulan Susurluk Araştırma Komisyonu da birçok ilişkiyi gün yüzüne çıkarmışsa da siyasi iradenin bu yapılarla yüzleşme konusunda çekimser kaldığı eleştirileri sıkça dile getirilmiştir.

Dava süreci yalnızca adli boyutuyla değil, toplumsal tepkilerle de dikkat çekmiştir. Halk ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ eylemiyle karanlık ilişkilerin aydınlatılmasını talep etmiştir. Susurluk skandalı, Türkiye’de ‘derin devlet’ kavramının gündelik hayata girmesine ve siyasi tartışmalarda kalıcı bir yer edinmesine neden olmuştur. , birçok boyutu tam anlamıyla aydınlatılamayan dava, Türkiye’nin şeffaflık, hukuk devleti ve hesap verebilirlik mücadelesinde önemli bir kırılma noktası kabul edilmektedir.

Ahmet Kaya’ya Açılan Dava (1999)

1999 yılında Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül töreninde, ‘Kürtçe bir şarkı yapacağım ve bunu klibiyle yayınlayacağım’ açıklamasında bulunan Ahmet Kaya, bu sözlerinin ardından yoğun bir linç kampanyasına maruz kalmıştır. Gecede yaşanan protestolar ve sonrasındaki medya baskısı, Kaya’nın hedef haline gelmesine yol açmıştır. Hakkında bölücülük suçlamasıyla dava açılan Kaya, yurtdışına gitmek zorunda kalmıştır.

Yargılamaya konu olan iddialar, Ahmet Kaya’nın geçmişte yaptığı bazı açıklamalar ve eserlerinde yer alan ifadeler üzerine kurulmuştur. Ancak dava, yalnızca hukuki bir süreç olmanın ötesinde; dönemin siyasal atmosferi, kimlik tartışmaları ve ifade özgürlüğü açısından da sembolik bir anlam taşımaktadır. Fransa’ya yerleşen Kaya, 2000 yılında Paris’te yaşamını yitirmiştir.

Kaya’ya açılan dava, sanat ve düşünce özgürlüğü bakımından Türkiye’deki sınırların ne ölçüde daraltılabileceğini gösteren çarpıcı örneklerden biri olarak değerlendirilmektedir. Olayın ardından geçen yıllarda birçok kesim yaşananlara yönelik özeleştirilerde bulunmuşsa da Kaya’nın yaşadığı süreç, Türkiye’de ifade özgürlüğünün gelişimi açısından hala önemli bir tartışma konusudur.

Hrant Dink Cinayesi (2007-…)

19 Ocak 2007 tarihinde, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazete binası önünde öldürülmüştür. Toplumsal barışı savunan ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde diyalog çağrılarında bulunan Dink’in öldürülmesi, Türkiye’de basın özgürlüğü ve etnik kimlik tartışmalarını alevlendirmiştir.

Cinayetin hemen ardından yakalanan Ogün Samast’ın tek başına hareket edip etmediği, arkasında kimlerin olduğu ve kamu görevlilerinin ihmali, dava sürecinin en çok tartışılan boyutları olmuştur.

Cinayet öncesinde Hrant Dink’e yönelik tehditlerin devletin çeşitli kurumları tarafından bilindiği ancak gerekli önlemlerin alınmadığı belgelerle ortaya konmuş; bu da, davayı sadece bir cinayet dosyası olmaktan çıkarıp Türkiye’de yargı, güvenlik ve istihbarat kurumlarının hesap verebilirliğini sorgulayan bir sürece dönüştürmüştür.

Ergenekon Davası (2008-2019)

2008 yılında başlayan ve kamuoyunu uzun yıllar meşgul eden Ergenekon Davası, Türkiye tarihinde ‘derin devlet’ tartışmalarını yeniden ortaya çıkarmıştır. Savcılığın açıklamasına göre; ‘Ergenekon’ isimli gizli bir örgüt, hükümeti devirmek amacıyla darbe planları yapmıştır. Bu iddialar doğrultusunda çok sayıda asker, gazeteci, akademisyen ve sivil toplum temsilcisi gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.

Süreç boyunca kamuoyunda geniş yankı uyandıran davayı bazı çevreler Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir fırsat olarak görürken bazıları bunun bir cadı avı olduğunu savunmuştur.

İlerleyen yıllarda davanın temelini oluşturan birçok delilin sahte olduğu, dijital kanıtların sonradan üretildiği ve yargılamaların hukuk ilkeleriyle bağdaşmadığı yönünde iddialar ortaya atılmıştır. Bu gelişmeler davanın seyrini tamamen değiştirmiş; Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın verdiği kararlarla birçok sanık beraat etmiş ya da serbest bırakılmıştır.

2019 yılına gelindiğinde ise, davanın son duruşmaları tamamlanmış ve ‘örgüt yoktur’ kararıyla dava kapanmıştır.

Balyoz Davası (2010-2015)

2010 yılında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik ciddi darbe planı iddialarıyla gündeme gelen Balyoz Davası’nda savcılık, 2003 yılında ‘Balyoz Harekât Planı’ adı altında bir darbe hazırlığının yapıldığını öne sürmüştür.

Aralarında generallerin de bulunduğu yüzlerce subay hakkında soruşturma başlatılmıştır. Ayrıca çok sayıda asker gözaltına alınmış, uzun tutukluluk sürelerine maruz kalmış ve görevlerinden uzaklaştırılmıştır.

İlerleyen süreçte davanın temelini oluşturan dijital belgelerin güvenilirliği sorgulanmaya başlanmış; bilirkişi raporları ve bağımsız analizler, CD’lerdeki tarih çakışmaları, belge içeriğindeki tutarsızlıklar ve dijital izler üzerinden sahtecilik yapıldığını ortaya koymuştur.

2015 yılında Anayasa Mahkemesi’nin ‘adil yargılanma hakkının ihlal edildiği’ kararının ardından davada yer alan tüm sanıklar beraat etmiştir. Bu gelişme, yargı sürecinin bağımsızlığı kadar, medyanın rolü ve yargı-medya-siyaset üçgenindeki ilişkiler konusunda da tartışmalara neden olmuştur.

Gezi Davası (2013–2023)


Gezi Parkı protestolarının ardından bu eylemlere katılan aktivistler, sanatçılar ve akademisyenler hakkında dava açılmış ve uzun yıllar süren yargı süreçleri başlamıştır.

Gezi Davası, dünya genelinde insan hakları ve ifade özgürlüğü açılarından büyük bir dikkatle takip edilmiştir. Uluslararası insan hakları örgütleri, davanın, demokratik hakların engellenmesi ve muhalefetin susturulması amacıyla kullanıldığını öne sürmüştür. Ancak dava süreci, çeşitli itirazlar ve hukuki engellere rağmen devam etmiştir. Yargılamaların uzunluğu, delil yetersizlikleri ve sanıkların siyasi motivasyonlarla suçlandığı iddiaları, davanın meşruiyetini sorgulayan bir tartışma da yaratmıştır.

protesto
Photo by AJ Colores on Unsplash

BONUS

Soma Maden Faciası (2014-2022)

2014 yılında Soma’da meydana gelen ve 301 işçinin hayatını kaybetmesine yol açan maden faciası, Türkiye’nin en büyük iş kazalarından biri olarak tarihe geçmiştir. Olay, iş güvenliği önlemlerinin yetersizliği, ihmaller ve denetim eksiklikleri gibi ciddi soruları gündeme getirmiştir.

Facianın ardından açılan dava süreci, işçi hakları ve çalışma güvenliği açısından önemli bir dönüm noktası olmuş; Soma’daki madenin işletmecisi olan şirket yetkilileri ve devletin denetim görevini yerine getirmediği iddia edilen bazı kamu görevlileri yargılanmıştır. Ancak dava sürecinin uzunluğu ve adaletin gecikmesi, kamuoyunda büyük tepki yaratmıştır.

Soma Davası, sadece iş güvenliği önlemlerinin yetersizliğini değil, aynı zamanda Türkiye’nin adalet sistemindeki gecikmeleri ve hukuki süreçlerin etkinliğini de sorgulayan bir davaya dönüşmüştür. Yargılama süreci, mağdur ailelerin adalet arayışının uzun yıllar sürdüğü bir mücadeleye dönüşmüştür. Davada verilen cezalar, bazı sanıkların beraat etmesi ve diğerlerinin düşük cezalarla cezalandırılması, halk arasında büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştır. Çeşitli insan hakları örgütleri, davanın adil bir şekilde sonuçlanmadığını savunarak, iş güvenliğine yönelik önlemlerin artırılması gerektiği çağrısında bulunmuşlardır.

Kapak Fotoğrafı: Image by Sang Hyun Cho from Pixabay

Bu içeriği beğendiniz mi? Bunun gibi daha fazla içerik üretebilmemiz için bize Patreon´da destek olun. 🙂
10layn.com Patreon button
Burcu Tur Yüksel Akay

Burcu Tur Yüksel Akay

Tüm yazıları

E-bültenimize kaydolun.