Öğrenmeniz gereken bir yabancı dil veya anlaşılması gereken teori veya ders… Ne olursa olsun, hiç fark etmez. New York Times’da bilim muhabiri olarak çalışan Benedict Carey, tüm zamanlardaki uygulamaların masaya yatırıldığı ve güncel araştırmalarla harmanlanmış eseri ‘Nasıl Öğreniriz’ ile öğrenme konusuna yepyeni bir ufuk belirledi. Bunu en sonda değil, en başta belirtmek istiyorum. Bu konu ilginizi çekiyorsa bu kitabı muhakkak okumalı ve bilgileri edinip uygulamaya başlamalısınız. Dolayısıyla bu makale, bir kitap incelemesi değil (çünkü farklı kaynaklardan da yararlandım), daha çok içerik analizi. Şimdiden herkese iyi öğrenmeler.
Ara vermenin tam zamanı!
Zihnimiz bir konuya saplanıp kaldığında alternatif yaratacağı kanalları analiz etme imkanı da -süre ile orantılı bir şekilde- azalıyor. Saplanma ile gerçekleşen konsantrasyon sizi çözümden uzaklaştırıyor. Bunun şimdiye kadar bulunan en efektif yolu bir süre ara vermek.
Bu arayı iki şekilde değerlendirmeniz mümkün;
a) hiçbir şey yapmayarak (bu benim yolum)
b) konu ile ilgisiz bambaşka bir şey yaparak. Biz bunun üzerinde duracağız.
Aşırı dikkati, dikkatsizlikle dengele.
Konudan konuya sıçramaktan bahsetmiyorum. Sadece aşırı şekilde konsantrasyonun gerektirdiği enerjiyi doğru şekilde yönetmekten bahsediyorum. Ana konudan ve ana fikirden kopmayın. Sadece ‘park edin!’. O bir kenarda dursun (ki bu sürecin bu bölümüne kuluçkalanma aşaması denmektedir) ve dikkatinizi kontrollü bir şekilde bölün. Örneğin; muhakkak sulanması gereken bir çiçek, dinlenmesi gereken bir iki şarkı, okunması için masanızda bekleyen kitabın bir iki bölümü gibi dikkatinizi meşgul edebilecek şeyler vardır. Tekrar oturduğunuzda (eskisine göre) tazelenmiş bir zihin ile hareket edeceksiniz.
Çalışma ritüeliniz sorunun kendisi olabilir.
Öğrenme üzerine çalışan bilim adamlarının hilafsız kesiştiği nokta, tam olarak burası: Çalışma ritüeli sorunun ta kendisi.
Üniversite sınavı birincilerinin “sistemli” çalışmaya yaptıkları övgüye şahit olmuşsunuzdur. Bilginin tekrarı ve hafızada kalması için verilen büyük dikkat, gösterilen özen bir noktadan sonra ‘gereklilik’ten çok ihtiyaç oluşturabiliyor. Yani sistem, bir gereklilik olmaktan ihtiyaca kayıyor (tabi ki oradan da inanca).
Oysa; çalışma ritüelinde sık sık değişikliklere giden, çalışma yeri konusunda bile sabit olmayan deneklerin (iddialı mı geldi? Bana inanmıyorsanız kitabın ilgili bölüm hakkındaki araştırma sonuçlarını ilk elden analiz edebilirsiniz) başarı oranları birbirine çok yakın.
Aylaklık etme zamanı.
Bu aslında tüm sırrın kendime sakladığım kısmı. Tembelliği öven bir bilimsel makalede bu kısma geldiğimde şok olmuştum. Oluşturduğum en verimli eğitim içerikleri veya konu anlatım teknikleri beni böyle bir zamanın hemen sonrasında yakalıyordu.
Zihniniz bir anlam çıkarım makinesi. Onun çalışması için biraz zaman verin. Önemli bir işe başlamadan, onunla ne yapacağınızı bilmediğiniz bir saatlik boşluk çok iş görecektir. Örneğin; öğrenme hakkındaki bu yazının temeli, ne yapacağımı bilemeden evde dolanırken, Netflix’te yer alan Penn&Teller’ın Kandır Bizi isimli programını seyredip, onların neyi nasıl öğrendiklerini düşünürken kıvılcımlandı. Ve bunu yapma sebebim, eğitim içeriğini zenginleştirmekti. Fakat şimdi, bu yazıyı kaleme alıyorum.
Ha bu arada, eğitim programımın içeriği ile ilgili iki muhteşem uygulama da çıktı. Aylaklığa bayılıyorum.
Yaratıcı düşünmek için zihninize karşı yaratıcı olun.
İşin bu kısmı size komik gelebilir. Fakat okuduğum kitapların çoğunda yönetmenimdir. Değişik sahneler ve planlar vardır. Bu benim gelişimim ile ilgili bir kitap veya roman olsa da kural değişmez. Okuduğum şeyin filmini çekerim.
Bu bir kişisel gelişim kitabı ise, yazar anlatır (muhakkak yazarın resmine baka ve onu da araştırırım) hatta anlattıklarını sıkıcı bulduğum noktada onu sahneden alır, anlatısını film yaparım. Romanda ise, kahramanlar benim evrenimde dolaşır. Bunun pek yararını gördüğümü söyleyemem. Fakat tanıştığım insanlar görsel hafızamın çok iyi olduğunu herhalde bu sebebe dayanarak yaratıcı özelliğimin öne çıktıklarını belirtirler. Buna o kadar sık maruz kalırım ki, neredeyse yaratıcı düşünceler ürettiğime inanacağım.
Yaratıcılığınızı ve yaratıcı düşünceyi geliştirecek önerilere buradan ulaşabilirsiniz.
Sevdiğiniz bir şarkı eşliğinde çalışmaya ne dersiniz?
Bu konu hakkındaki bulgular gerçekten son derece tatmin edici. Hafıza bilinçaltı ile iş birliği yapıyor ve ilişkilendiriyor. O şarkı çalmasa bile o şarkının çaldığını düşünüp hafızası yoklanan denekler her seferinde, gürültüsüz son derece sesten yalıtılmış ortamda çalışanlara göre daha çok şey hatırlıyor.
Tabi ki, gürültüden bahsetmiyorum, hoşlandığınız, tüm fonu işgal etmeyecek düzeyde çalan sevdiğiniz şarkılardan bahsediyorum. Ve bunun bir teknik olduğunu bilmeden kullanan ve ne bileyim radyo çalmadan çalışamayan çok fazla kişi tanıyorum. Demek bundanmış.
Unutmanın kötü bir şey olduğunu söyleyenler var ya…
Aslında onlar ilk yanılanlar. Zihnin kendi akışında başka fikirlere yer açmak, alternatife ulaşım kanallarını rahatlatmak ve çeşitlendirmek için unutmayı bir strateji olarak kullandığını biliyor muydunuz?
Üstelik unutmak kötü bir şey değildir. Hafızanızdan bir şey silinmiyor. Sadece uzun süreli belleğe aktarılıyor. Yeniden kullanmak istersen hep orada. Bir de, hiçbir şeyi unutmadığınızı düşünsenize… Asıl sorun işte o olurdu.
Sorun bir şeyi unutmaktan çok, hafızanızda yeterince tutamamak oluyor genellikle. Ve bunun da nedeninin unutmamak için verilen mücadele olarak ortaya çıkması pek şaşırtıcı olmasa gerek.
Shakespeare’in tüm insanlığa ‘unutmak’ gibi bir armağan verdiği için tanrıya dua ettiğini de hatırlatmak isterim.
O esnada tam da not alıyordum.
Yazarak çalışmanın verimi hakkında tartışmak yersiz. Fakat, yazım zamanı hakkında tartışmanın tam zamanı. Eğer not almayı seviyorsanız onu tamamen terk etmeyin, fakat şöyle bir değişikliğe gitmenizi tavsiye derim. Bu değişiklik hem hafızanızı tazeleyecek hem de güçlendirecektir.
Bir şey için not alıyorsanız, bunu o aktarımdan sonra sadece kilit noktaları dikte ederek yapabilirsiniz. Böylelikle dinledikleriniz (veya okuduklarınız) yeniden canlanacaktır. Tabi buradaki önemli nokta; ‘not almıyorum o halde unutacağım’ inancını aşmanız!
Gözden geçirme alışkanlığındaki ufak bir değişiklik…
Konuyu ele aldığınız gibi notlarınızı çıkartın. Sonra tekrar konuya döndüğünüzde nereleri hatırlamakta zayıf kaldığınızı belirleyin ve sadece o noktalar üzerinde durun. Notlarınıza göz gezdirdiğinizde, hatılamakta zorluk çektiğiniz kısımların hepsi aklınızda olacaktır.
Unutmamak gerekir ki, zihnin çalışma prensibinde ‘bağlam’ en kritik rollerden birini üstleniyor. Bağlam veya zincir istediğiniz gibi yerleşinceye kadar üstünde çalışabilirsiniz. Zincir tamamlandığında, birini hatırlamak diğerinin tetiklenmesini kolaylaştıracaktır.
En gözdesi, en sonda: Dinlemek!
Dinlemek o derece kendiliğinden (miş gibi) gerçekleşen bir aksiyondur ki, daha iyi bir dinleyici olmanın yolu da bize ‘kendiliğinden’ olacakmış gibi gelebilir. Bilinçli müdahale ve farkındalık seviyesinde yükselme gerçekleşmedikçe, etkili dinleme de gerçekleşmez.
Öğrenmenin en ucuz ve en basit yolu; dikkat seviyenizi dinlerken kontrollü bir şekilde canlı tutmak, mesaja odaklanmak, anlatılanları yargılamadan dinleme antremanları yapabilmek ve söz kesme sıklığınızın farkında olmanızdan geçer.
Unutmayın, (eğer bunun için uğraşırsanız) kulaklarınız, gözlerinizden daha seçici olabilir.
Öğrenme serüveninizin hiç ama hiç bitmemesi dileğiyle…