Eleştiri, bir geri bildirim döngüsüdür.
İçinde büyük bir potansiyel barındıran, içeri doğru yönelmiş, ama dışarıdan gerçekleşen sihirli bir bakıştır. Fakat bizler bu bakışı hem kullanmayı, hem de bu bakıştan yararlanmayı pek beceremiyoruz. Genellikle eleştiri adına yaptığımızı sandığımız öykünme, kendi görüşümüzü üstün kılmak için bir nevi tenkit olarak kullanıldığından, hele hele ikili iletişimde, özellikle kaçınılan bir alan haline dönüşüyor.
Oysa…
Oysa yapıcı eleştirinin nimetleri saymakla bitmez.
Bir iş büyüğüm, kendisinin zihinsel anlamda nasıl daha fazla geliştirebileceği konusunda Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan, çok ünlü bir akıl hocasından aldığını desteği anlatır.
Bir mesaj ile kendisini daha fazla geliştirebilmek konusunda istediği tavsiyeye gelen cevap: Seni eleştirecek birini bul.
Mesnevi’de açık açık, karşımızdaki kişilerin bize ‘özümüzü’ yansıttığını söylemiştir Mevlana Celaleddin Rumi. Buradan kolaylıkla, başkalarında gördüğümüz kusurların, kendi özümüzdeki ‘arızalar’ olduğunu çıkarabiliriz. Ama, öyle söylemek kadar kolay olmuyor işte…
Aslında eleştiri tam bu noktada devreye giriyor.
Nasıl şirket körlüğü dediğimiz kavram sinsice oluşup, organizasyon içindekilerin organizasyon hakkındaki kusurları görememelerine neden oluyorsa, bilinçte de ‘öz’ ile ilgili bir kusur veya bir körlük nedeniyle kişi, kendisiyle ilgili yapması gereken düzenlemeleri karşısındakilerde görse de, harekete geçemiyor. Özeleştiri yapamıyor.
Bu noktada ‘tek’ ve belki de en önemli ihtiyaç olarak eleştiriyi buluyoruz. Yani dışarıdan gelecek ve belki de çok hayati bir dönüşümü başlatmaya gücü yetecek olan bir eleştiri.
Eleştiriyi kabul etmek her ne kadar zorsa, onu yöneltmek de bir o kadar zor ve incelikli bir iştir.
Eleştiriyi yapan kişinin iyi bir gözlemci ve güçlü bir empatik tavrı olması şarttır. Ayrıca yönelttiği fikirlerin tamamen kendine ait olduğunu da aklından çıkarmaması, hatta düzeltme gerekiyorsa bunu yapabilecek derecede cesur olması lazımdır. Yani; sabit fikirli, görüşünün arkasında her daim duran ve empati duygusundan yoksun bir kişinin eleştirisi, kaş yapayım derken göz çıkmasına neden olan ilk (ve belki de en büyük) hatadır.
Bir diğer hata, eleştiriyi yönelten kişinin ve eleştiriyi kabul edecek kişinin, bu eleştiriye hazır olup olmadığıdır. İkinci büyük hata, tam burada kendini gösteriyor: Ya eleştiri sahibinin ya da eleştirilen kişinin bu görüşleri paylaşmaya hazır olup olmadığının sorgulanmadan eleştiriye muhatap olmaları. Eleştiri sahibinin, hem karşısındakini hem de zamanlamasını çok ama çok iyi değerlendirmesi gerekiyor.
Ben verdiğim seminerlerde de teknik olarak ‘eleştiri’yi değerlendirmiyor, yapıcı eleştiri-yıkıcı eleştiri ayrımına gitmiyorum. Nasıl ticarette iyi müşteri-kötü müşteri yoksa (müşteri vesile-i nimettir) eleştirinin de iyisi kötüsü yoktur. Reklam gibi :). Ha kategorize etmek zihnimizin bir ihtiyacı elbette. O zaman, (belki) şöyle değerlendirebiliriz: Kaliteli eleştiri-kalitesiz eleştiri.
Bunun, eleştirinin teknik (psikolojik) anlamında ele alınmasından daha değerli olduğunu düşünüyorum. (Nasıl bir eleştiri oldu ama…)
Ve kaliteli eleştirilerin de, hayatımızın dönüm noktalarının olabileceği düşüncesindeyim.
Kaliteli eleştiriyi kalitesiz eleştiriden nasıl ayırırım?
Burada çok lafa gerek yok:
Suskunluğum asaletimdendir
Her lafa verilecek bir cevabım var
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye.
Der ve Mevlana ile ölçüyü de belirler ve bu yazıdan başka diyarlara doğru yolculuğumuza devam ederiz.