
Ülkemizde vizyondaki ismi “İlgi Manyağı” olan filmin İngilizce ismi “Sick of Myself” orijinal dili Norveçcede ise “Syk Pike”. Filmin Türkçe afişinde “Dünyanın En Kötü İnsanı’nın Yapımcılarından Romantik Olmayan Bir Komedi” açıklaması yer alıyor.

Film hakkında afişe baktığınızda epeyce bir ipucu verilmiş oluyor aslında. Fakat buna rağmen filmin kahramanı Signe’nin tercihleri, izleyiciyi her defasında şaşırtmayı başarıyor.

Önce sıradan genç bir kadın olan Signe’nin yanlış tercihlerini ve sonrasında başına gelenleri görüp onu suçlu buluyoruz. Biraz zaman geçince erkek arkadaşı Thomas’ın da ondan çok farklı olmadığına şahit oluyoruz. Dahası, içinde bulundukları toplumun “normal olduğunu iddia eden ama esasında ikiyüzlü” olduğunu gördüğümüzde Signe’yi daha az suçlamaya başlıyoruz.

Kaygılı biçimde bağlanan ve Thomas’a oranla daha rekabetçi birisine dönüşen Signe ile bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamayacak kadar kendi halinde olan Thomas, birbirlerini oldukça kötü bir şekilde besliyorlar. Ve bu durum bir nevi her iki karakterin de sonunu hazırlıyor.

Signe, Thomas’ın ilgisi başta olmak üzere, yaptıklarının kendisine ne kadar zarar verdiğini fark etmeksizin insanların ilgisinin sürekli üzerinde olması isteğiyle yanıp tutuşuyor. Dünyadaki varlığının kanıtı için sürekli bir şeyleri ispat etmesi ve kendini göstermesi gerektiğine inanıyor.

Sanatçı olan Thomas’ın ise, aslında kendi halindeymiş gibi görünüyorsa da, Signe gibi kendini kanıtlama çabası içerisinde olduğunu, eserlerini çaldığı eşyalarla oluşturmasından anlıyoruz.

Signe’nin, Thomas’ın ünlü olması ve ilgi çekmesine dayanamayıp ilgiyi kendi üzerinde toplamak için sürekli ilaç içip vücuduna zarar vermeye başlaması, insanın içindeki boşluğun ne denli büyük ve tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Ayrıca filmde pek yer verilmese de, Signe’nin anne ve babasından göremediği sevgi ve ilgisizliği ve bunun ondaki etkilerini düşünmemiz sağlanıyor. Zira Signe’nin en çok ilgisini çekmek istediği kişinin aslında Thomas değil, babası olduğunu söyleyebiliriz.
Bir sahnede Signe’nin hayallerinin arasında ünlü olup bir programa katıldığında yayına babasının gelip ondan özür dilediğini görüyoruz. Bir başka sahnede ise Signe’nin babasına “benimle gurur duyuyor musun?” diye sorduğuna şahit oluyoruz. Yaptığı her şey var olma, biricik olma ve bunu sürekli birilerine kanıtlama çabasına dönüşüyor.

İçtiği çokça ilaçtan sonra “Dünyada bu hastalıktan muzdarip tek kişi benim” cümlesi ile biricik olma isteğini vurgulayan Signe, bu kadar kötü bir hastalıkla bile övünebilecek kadar ileri gidebiliyor.

Kahramanları bu denli eleştirirken kendini “normal ve ölçülü” tanımlayan toplumla ilgili konuşmak gerekirse; filmde moda dünyasının ikiyüzlülüğü ve sosyal yaşamda gösterdikleri benmerkezci tavırları açık bir şekilde görüyoruz. Ve bunun toplumu ne denli aşırılıklara yönlendirebildiğini ve yalnızca bu aşırılıklarla kıyaslandığında “normal ve ölçülü” olabildiklerine tanık oluyoruz.

İzleyiciye “neden kimse bir şeylerin ters gittiğini fark etmiyor?” dedirten sahnelerde aslında herkesin kendi dünyasında olduğu vurgulanıyor. Bir başka deyişle, Signe’nin üzerinde topladığı ilginin diğer herkese de olacağı gibi çok kısa sürede biteceği ve sonsuz olamayacağı aktarılıyor.
Yok olduğunda hiçbirini göremeyecek olsa da kendi cenaze töreninde kalabalıkların dolup taştığını ve orada da ilgi odağı olduğunu hayal eden Signe’nin cenazesine kabul edilmesini istemediği iki kişiden birisi ise tabii ki babası.
Finale doğru duruma alışan seyirci için gösterilenler aşırılık olmaktan çıkıyor. Filmle ilgili olarak “Korkunç bir şekilde tanıdık” tanımını yapan The Hollywood Reporter gibi, seyirci de izlediklerine yabancılık çekmiyor.