Ben, ne tarz müzik dinlerisiniz sorusuna, ‘kulağıma hoş gelen her şey…’ veya türevi bir cevabını veren kişilere şüphe ile yaklaştım. Bunun sebebini bilemiyorum. Galiba, karşımdaki kişinin hayat görüşü hakkında bir tahminim olmadığında, en iyisi muhabbeti uzatmamak, diye düşünüyordum. Ayrıca sanıyorum ki, müziği boşa harcayan insanlarla işim olmaması bana hep iyi geldi.
Ve galiba, yaşlandım hakikaten…
Kendi dinlediklerimi de bir kere daha düşününce; bir derdi olan kişinin yakarışı olarak müzik, benim için esas olan şeydi. Benim yapamadığım, ama beni ifade eden; yapabilseydim de tam olarak o hali, o şekli ile yapmak istediğim şeyleri yapanları dinledim. Ve iyi ki de öyle yapmışım.
Gazapizm’in yaptığı şarkılar, benim dinleme şablonuma az çok oturan, fakat tarif edemediğim bir eksiği olan şarkılardı. Derinleşmeye, anlamaya, daha derin dinlemeye ihtiyacım olmadı. Hiza’ya kadar.
En temelinde, benim aradığımı bulduğum her zaman Rock’ta, Jazz’da ve Blues‘de fazlasıyla vardı ve fazlasıyla doyurucuydu. Her ne kadar son dönemlerde, taze bir şekilde bulamasam da, geçmişi o denli kuvvetli, öyle zengindi ki; dinlediklerimde, kendimi tekrar ediyor olma hissim hiçbir zaman uyanmadı.
Kulağıma fazlasıyla çalınıyor olmasından dolayı, bir ara, ‘neymiş ki bu bi’ bakalım…’ deyip, sözlerini takip ederek dinlediğim Gazapizm’in, Unutulacak Dünler şarkısının ortasında gözyaşlarıma hakim olamadım. Öyle sözler vardı ki; sanki düşmüşüm ve canım çok acımışçasına canımı yaktı. Üzdü.
‘Gün gelecek teraziyi bu insanlar tekmeleyecek / Biz tanığız keşmekeşe’
Tanık olduğumuz keşmekeş biziz. Bu bizim hayatımız. Bizim suskunluğumuz, bizim korkularımız, bizim bir köşede sıkışıp kalmışlığımız, bizim çaresizliğimiz… Ve bu terazi doğru tartmıyor. Hepimiz farkındayız. Ve bu teraziyi düzeltmek elbet bizim borcumuz. Hiç kimse, bizim için, sadece öyle gerektiğini düşündüğümüz için bize yardım etmeyecek. Sadece bu iki satırda, bu borca inanan insanlara; basit, temiz bir inanç hatta ötesi, çağrı var. Kendinize bir bakın çağrısı.
‘Biz onca gece uykumuzu yok yere mi böldük / Acıları çekip gözlerini silmiş insanları düşün / Paramparça düşü’
Empati üzerine çok kafa yordum. Elimden geldiğince karaladım bir şeyler ve dilim döndüğünce anlattım. Ve insanları anlamaya uğraştırdım. Keşke buradaki gibi, düşünmelerine uğraştırsaydım.
‘Bir anne vedasıdır gerçek hicran tanımı / Kazanmak kirlidir kaybedelim insan kalırız’
‘İyi söz yazarlarının ne hükmü kaldı / Ben sana bu çiçekleri mezarlıktan çaldım’
Sadece iyi söz yazarları mı hükümsüz yani? Aşk için konuştuğunda romantiksin, birbirimizi sevelim dediğinde nevrotik. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Dr. Ramiz’in hastaları gibiyiz hepimiz. Dehşet bir var oluş sorgulamasına sıkışmış, hatalı teşhise isyan edemeyen Hayri İrdal’ın farklı veçheleri gibi sürüp giden hayatımızın saati de şaşmış, enstitüsü de. Ve iyi söz sahipleri, ölmüş. Biz mezarlarındaki çiçeklerle idare ediyoruz.
‘Böyle avuç kadar üstümüzde borcu kalır / Ve iyimser bir gül açar parklara’
Sizden ufak bir ricam var. Şimdi açıp Gazapizm’in, Unutulacak Dünler şarkısını dinleyin ve sözlerini de okuyarak dinleyin. Bırakın içli, derdi olan, gerçek bir adam, gerçek bir haykırışla titretsin gönül telinizi. Belki şimdi, hepsinden fazla ihtiyacımız olan şeyi hatırlatabilir hepimize. Benim hatırladığım gibi…
‘Senin yandığından daha fazla yanan insanları duymuyorsan eğer / Nasıl olcaz arkadaş’