Tezer Özlü Kimdir?
Tezer Özlü, 10 Eylül 1943ʼte Kütahyaʼda doğmuş ve 18 şubat 1986ʼda İsviçre, Zürihʼde kanser sebebiyle yaşamını yitirmiştir. Türk edebiyatının aykırı, melankolik ve hümanist seslerinden biri olan Tezer Özlü; duyarlı, samimi ve birey olma kaygısında, içimizden bir kadındır. Eserlerinde bireyin iç dünyasını, yalnızlığını ve yaşamda anlam arayışı başlığı altında insanın özünü bulma temasını işlemiştir. Ölüm, hikayelerinin ve romanlarının öne çıkan temasıdır.
Özlü, yazarlık kariyerinde 1978’de yayımlanan “Eski Bahçe” adlı öykü kitabıyla adım atmıştır. Sonrasında verdiği eserler (romanlar, denemeler ve dergilerde yayınlanan yazınlar) hem kendi halkı hem de Alman edebiyat camiasında büyük beğeni toplamıştır.
Tezer Özlüʼnün yaşamı, psikolojik rahatsızlıklar ve hastanelerle geçmiştir. Dönemin Türkiye’sindeki siyasi zulümler, insanların kutuplaşma ve yozlaşması, toplumsal baskılar onu derinden etkilemiştir. Bu nedenle çok sevdiği ülkesinde kalamamıştır. En bilinen eseri 1980’de yayımlanan “Çocukluğun Soğuk Geceleri” adlı otobiyografik romanıdır. Bu eserinde çocukluğundan itibaren hissettiği yabancılaşma, depresyon, toplumun ona dayattığı baskıyı ve rahatsızlığı derin bir şekilde anlatmıştır.
Tezer Özlü, günümüzde hala varoluşumuzla ilgili bize ışık tutmaktadır. Kendine özgü sesiyle toplumun gerici kısmına karşı ayakta durmuş, bize güçlü bir kadın nasıl olur göstermiştir.

Dün Berlinʼde geçirdiğim Nisan ayının ilk pazar gününde artık bundan böyle acıları mutluluk olarak nitelendirmeye karar verdim.

Her şey geçiyor. Hiçbir şey geçmese de.

İkimiz de, yaşamları ayrı ayrı aradığımızı, başkalarıyla daha mutlu olduğumuzu biliyoruz. Ama başkalarıyla olan mutluluğumuz gene de beraberliğimizden mi kaynaklanıyor.

Acılar olmadan yazılabilir mi. Edebiyat, yaşam ve ölümün sınırlarının artık acıları tutamadığı, tutmaya yeterli olmadığı yerde başlamıyor mu.

Hiçbir şeyi bulmak mümkün değildir. Her buluş, daha önce bilinmeyen bir olgudur.

İnsan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor,oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.

Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.

Sınırları tanıyan, benimseyen, bu sınırlara uyum gösteren hiçbir insan, karşı çıkmanın sonundaki bireysel bağımsızlığa erişemeyecek. Hem karşı çıkıp, hem de sınırlarda yaşayan insan, yaşamı boyunca çıkmazından sıyrılamayacak.

İnsan, bir başka insanla ya da herhangi bir olguyla arasındaki ilişkiyi biçimlendiremezse, bu ilişki yok demektir.

Bu yaşam, beni ancak içimde esen rüzgarları, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak isteyen yaşamı sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgara, o ölüme, o sevgiye yaklaşabildiği zaman dolduruyor.
Usta Şair Cemal Safi’nin Şiirlerinden 10 Etkileyici Alıntı yazımız da ilginizi çekebilir.