Son yıllarda, özellikle psikoloji literatüründe, son derece popüler olan bir kavram ‘içimizdeki çocuk’.
İçinizdeki çocuğu sevindirin, içinizdeki çocuğa dikkat edin ve benzeri öğütlerle sık sık karşılaşabiliyoruz. Peki, kimdir bu çocuk? Kaç yaşında, nereden geldi, içimizde nerede; içimize yerleşmiş mi, bir var bir yok mu, yatıyor mu, oturuyor mu…
Bizim yerimize o mu yaşıyor, yoksa biz mi yaşıyoruz onun yerine?
Kadın, erkek fark etmeksizin insanların bir türlü büyüyememesinin sorumlusu bu çocuk mu yoksa?
Tam olarak nedir, kimdir bu çocuk?
Özetle söylemek gerekirse, içimizdeki çocuğu tanımak başlı başına kendimizle veya kendiliğimizin bir başka kısmıyla tanışmak, karşılaşmak anlamına gelir. Hiç kendinize, niçin olduğum gibiyim de başka türlü değilim, diye sordunuz mu? Beni olduğum gibi yapanlar nelerdir ya da hangi koşullar ya da kimlerdir? Bu ve benzeri soruları kendinize sordunuz mu? Kendi ruhsal ihtiyaçlarınızı bir kelime ile tanıtmak isterseniz, acaba hangi kelimeyle yaparsınız bunu?
İçimizdeki Çocuk olarak bahsedilen konsept, 1970-80’li yıllarda, John Bradshaw’un yanı sıra Erica Chopich ve Margaret Paul’ün kitaplarıyla tanınan, iç deneyim dünyalarının model benzeri bir görünümüne aittir. Beyininde, duygusal belleğinde saklanan kişinin, çocukluğundan gelen duyguları, anıları ve deneyimleri gösterir ve sembolize eder.
İçimizdeki çocuğun yaşadığı ve yetişkinin bastırdığı duygular…
Kendinizi kalabalıklar içinde yalnız hissettiğiniz oluyor mu? İçinizde bir boşluk, bir hüzün, yeri doldurulamayan ya da adlandırılamayan bir şey oluyor mu? Böyle duygular bazen aniden ortaya çıkabilir, bazense başka bir duyguyla, biz fark etmeden, tetiklenebilir. İçimizdeki çocuk böyle durumlarda ortaya çıkabilir. Bu genellikle, içimizdeki çocuk ile içimizdeki yetişkinin birbirinden kopmasıyla ortaya çıkar.
Inner Bonding, anne-çocuk arasındaki sıcak ilişki biçiminde bir iletişim şekli ve bağlılık kurma anlamına gelen ve gelişim psikolojisinde yer alan bir kavramdır. Inner Bonding, içimizdeki çocuk ile yetişkinin kurması gereken bir bağdır. İçten bölünmüş kişiliklerimizi bir bütün haline getirebilmektir.
İçimizdeki çocuk nasıl oluştu? Bizden habersiz, bizi yönetiyor mu?
İçimizdeki çocuk, yaşadığımız ailenin, çevremizin ve sosyal ortamlarımızın bütün önemli izlerini taşır. Doğduğu zaman, atalarının izini ve özelliklerini bir tohum misali taşıyan insan, büyüdükçe kendi yaşamı çerçevesinde yeni izler katar o tohumun içine.
Bir yaşantıdan, bir olaydan ne kadar çok etkilendiyse, o kadar iz bırakır o tohuma. Bu izler, kişinin yaşı ne kadar küçükse ve yaşadığı olay ne kadar sık yaşanmışsa o kadar derindir.
Ağaç yaşken eğilir derler ya, erken yaşta yaşanan ve duygusal yönden etkilenen olumlu ya da olumsuz olay ve durumlar, derin ve etkileyici izler bırakır üzerimizde. Olumsuz olayların etkisi daha derindir. Bunun sebebi ise, hayatta kalabilme mücadelesini desteklemektir.
Hayati tehlike içeren ya da zorlandığımız durumlarla baş etme şekillerimiz vardır: Kaçmak, savaş programı oluşturmak, mümkünse her ikisini de kullanmak ya da en kötü ihtimalle, donup kalmak gibi.
İşte, içimizdeki çocuk da yaşanmış belirli olaylara karşı hazırlıklı, programlanmış gibidir.
Ailesinde değer ve ilgi görmeyen çocuk, iç dünyasında olumsuz duyguları bastırarak; davranışlarında ise, ilgi görmek için çeşitli yollara başvurarak kendini ortaya koyar. Örneğin; kabul görmek için kendine özgü fikir geliştirmemek, ya herkesle hemfikir olmak ya da tam tersi şekilde muhalif görüşler ifade etmek gibi. Uç davranış biçimleri geliştirmek, farklı giyim tarzı ya da özelliklerle göze batarak ilgi görmeyi beklemek de bir başka örnek olabilir. Bu kişiden kişiye değişiklik gösterecektir.
Kişi genellikle bunu yaparken neden yaptığını farkında değildir. Bilinçsizdir. Asıl sorun da buradadır. Yetişkin insan, bu izleri taşır ama genelde farkında olmaz. Ta ki bir gün, sağlık sorunları yaşayana ya da psikoterapi sürecine dahil olana kadar.
Ben ve O: Inner Bonding İletişim Süreci
İnsan kendine, içimdeki çocuk nasıl biri, diye sorabilir. Daha önce bu konsept ile karşılaşmadıysanız, bu soruya cevap bulmak için kendinize mutlaka zaman ayırmalı; bu çocukla bir ilişki, iletişim kurmak için süre vermelisiniz.
Bunun için kendi başınıza yapabileceğiniz, önde gelen yöntemlerden biri o çocuğa bir mektup yazmaktır.
Bunu yaparken değinmeniz gereken konular şunlar olabilir:
- Niyet/amaç
- Şefkatli davranış
- İçinizdeki çocuk
- İçinizdeki yetişkin
- Yanlış inançlar, olumsuz inanç kümeleri
- Ego: Kendi hakkımızdaki zihinsel konsept
- Yüksek benlik
- Co-bağımlılık (codependency)
Niyet/Amaç
Öncelikle, içinizdeki çocuğun hangi niyet ve amaçları olduğunu tespit etmek için, onun arzu ve ihtiyaçlarına yönelmek gerekiyor.
Niyetimiz, günlük (bilinçsiz) davranışlarımızın yönünü belirler. İçimizdeki çocuk çalışmasında ise, geçmiş yaşamımızda karşı karşıya kaldığımız olumsuz durumlarla baş etmek için tekrar sorumluluk almak anlamına gelir.
Bir örnekle açıklamak gerekirse; birisinin sizi bir kuyuya ya da göle attığını ve kendi çabanızla oradan çıkmaya çalıştığınızı düşünün. İçimizdeki çocukla iletişime geçmek böyle bir şeydir. Kendi duygularımıza ve yarım kalmış taraflarımıza sahip çıkarak, küllerinden yeniden doğmak gibi, ateşimizi doğru yere yönlendirmeye çalışmaktır.
Hayatta daima üç seçeneğimiz vardır: Kendimizi korumak, tehlikeyi önlemek ya da kendimizi geliştirmek için öğrenmek. Eğer sonuncusunu yapabilirsek, kendi sorumluluğumuzu da almış oluruz.
Şefkatli davranış için karar almak, yolun başıdır.
Şefkatli davranış neleri kapsar, diye baktığımızda bu, başlı başına bu sürece girme kararı almaktır. Çünkü bununla beraber insan, kendi kendini geliştirmek için kendini sahiplenme, yaşadığı sıkıntıları gidermek için kendi kendine karşı şefkatli olma kararı alır.
Kendi gelişimimiz için yola çıkmak, şefkatli bir adımdır. Yolun sonunda kendimizi ve başkalarını daha çok sevebilmek vardır.
İçimizdeki Çocuk ve İçimizdeki Yetişkin
İçimizdeki Çocuğu Anlamak
İçimizdeki çocuk için sorumluluk almak, onu tanımaktan geçer. Kendimize ya da o çocuğa sormamız gereken sorular vardır. O çocuğun bizim tarafımızdan sevilmesi için neye ihtiyacı var? İlk olarak, bu soruya yanıt vermemiz gerekir. Ancak bundan sonra, başka insanların bizi sevmesi beklentisine girebiliriz. Eğer kendi açımızdan değerlendiremezsek, içimizdeki çocuğu görmezden gelmiş oluruz.
Neden bazı anlarda aniden kendimizi tuhaf hissetmeye başlarız? Acaba çocukluğumuzda kendimizle ve ihtiyaçlarımızla ilgili en fazla hatırladığımız olumsuz anılarımız neler? Bazen çok derinde yatan duygulara erişemeyiz. Çünkü o zamanlarda dilimiz ve konuşma yeteneğimiz, bugün olduğu kadar gelişmemiştir. Bu yüzden içimizde, çok derinlerde olumsuz duygular hala dolaşıyor olabilir. En azından içimizdeki çocuğa sahip çıkmak ve bu acıları mümkün olduğu kadar azaltmak için bir çare bulabiliriz.
İçimizdeki Yetişkin
İçimizdeki yetişkinse, biriktirdiğimiz tüm bilgiyi, mantığı ve bilinçli aklı temsil eder. Ne hissettiğimizden çok, ne yaptığımızla alakalıdır. Gündelik yaşamın uğraşlarıyla meşguldür, çocuk gibi öğrenmekten ve tecrübe etmekten çok, hissetmeden hareket eden kısımdır.
Çocuğu için en iyisinin ne olduğuna karar veren bir ebeveyn gibi, içimizdeki çocuk için karar alır. İçimizdeki şefkatli yetişkinse, daima öğrenmekten yanadır. O da bu çocuğun yetişkin olan parçasıdır. En güzeli ise, bu ikiliyi bir araya getirebilmektir.
İçimizdeki yetişkin ile çocuğun karşılıklı iletişim içinde olması, bu sürecin en önemli hedeflerinden biridir.
Yanlış inançlar, olumsuz inanç kümeleri ve içimizdeki yetişkin…
Pek çoğumuz anne-babamızdan, büyükanne ve babalarımıza, öğretmenlerimize kadar çevremizdeki yetişkinlerden öğrendiğimiz bazı bilinçaltı inançlara ve ilkelere sahibizdir. Bunları çoğu zaman bilinçsiz olarak yaşarız ve içimizdeki çocuğun etrafındaki yetişkinlerden gözlemlediği konseptler oluşur.
Dünyayı onlardan öğreniriz. Yetişkinler ise, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, yetiştirdikleri çocuklara kocaman ve bazen, tek ayna olurlar. Çocuk da gözlemlediği ve öğrendiği kişilerden aldığı bilgilere göre şefkatli ya da şefkatli olmayan inançlar geliştirir. Örneğin; ‘önce iş, sonra eğlence’, ‘insanlar tehlikelidir, güvenmemek lazım, dikkatli olmak lazım’ gibi inançlar.
Öte yandan, bazen anne ve babalar çocukların ihtiyaçlarını yeterince karşılayamadılarsa ya da bazen hiç yoklardıysa, çocuklarıyla yeterince ilgilen(e)medilerse; çocuk küçük yaşta boşlukta kalır ve çok erken yaşta baş etmesi gereken durumlarla erken büyür ve kendisini aşan sorumluluklar alır. Bu çocuklar, ilerleyen dönemde anne ve babalarından daha becerikli ve bilgili olabilirler.
İçimizdeki yetişkin çocuk ise, yaşadığı durumları çoğu zaman tekrarlar ve öğrendiği inanç sistemleriyle yaşamını sürdürür. Çoğumuz belki de kendimize karşı şefkatli olan bir yetişkin geliştirememişizdir. Çünkü bu konuda iyi bir rol modelimiz olmamıştır.
Bugün ise, bu yüzden aşırıya kaçan ve bazen yapay bir şefkat ve ilgiyle yetiştirilen çocuklarla karşılaşabiliyoruz. Ebeveyn bir sarkaç misali, kendi yaşayamadıklarını, içindeki çocuğun yardımı ile bilmeden düzeltmeye çalışıyor olabilir.
EGO ve Sahte Benlik
Inner Bonding kavramında, Uzak Doğu yaşam felsefesindeki ego kavramı örnek alınmıştır. Bu kavrama göre; insanlar kendileri hakkında gerçek olmayan; sadece zihinsel ve ütopik konseptler geliştirmişlerdir. Bu konseptler genellikle yaşanmış derin utanç ve korkulardan; yanlış ilkelerden ve endişelerden, yalanlardan oluşmaktadır.
Bu teoriye göre; içimizdeki yetişkin aslında egonun kendisidir, egonun ürünüdür. Yanlış örneklerden ve çocukken geliştirdiğimiz yanlış davranışlardan, yanlış bir kişilik varsaymışızdır.
İçimizdeki yetişkini iyileştirmek, içimizdeki yanlış ihtiyaçları arındırmaktan geçer. Örneğin; partnerimizin bize ilgi göstermesi, bizi fark etmesi ve kabul görme ihtiyacımız gibi duygulardan arınarak, gerçekten içimizde yatanı ortaya çıkartmamız gerekir.
Yüksek Benlik
Ne zaman içimizdeki çocuk ve içimizdeki yetişkin birleşir, bütünleşirse, o zaman yüksek benlik dediğimiz ruh haline erişebiliriz. Bu kısım, biraz daha spiritüeldir. Özellikle Chopich ve Paul için, içimizdeki öğrenmeye açık yetişkin ile çocuk birleştiğinde, gönlümüzde açılacak olan evrensel sevgiye erişebiliriz. O zaman, içimizdeki yüksek benlik, korku ve utanç duygularıyla değil; evrensel sevgiyle hareket edebilir, özgürleşebilir.
İçindeki çocukla iletişim kurmayı sağlayan biri daha yüksek bilgeliğe ulaşabilir. Bu illaki spiritüel bir gelişim olmasa bile, insan iç huzura kavuşabilir. Bununla beraber, insan hem kendisine hem de başkalarına karşı daha şefkatli bir iletişim içinde olur. Kendisini aşağılamayı bırakır. Kendine güvenen bir insan, otomatik olarak dünyaya karşı da daha olumlu yaklaşabilir. Bilinçaltı korkularını azaltabilir.
Co-bağımlılık ya da öz değer duygusunun başka bir şeye bağımlı olması.
Eğer kendimi, kendim dışında tanımlıyorsam, kim olduğumu başka insanların yorumuna bırakıyorsam, onların söylediklerini kendiminkinden daha önemli sayıyorsam ve özellikle de onlara göre davranışlarımı düzenliyorsam; bağımlıyımdır.
Eğer öz değerim, benim dışımdaki birilerinin beni beğenmesine ya da beni reddetmesine bağlı ise, borsada olduğu gibi, öz değerim daima değişebilir ve kontrolümün dışındadır.
Devam edecek…