Duygusal Dayanıklılık, değişim ve/veya karışıklık haline verdiğimiz tepkidir. Değişimin illa radikal olmasına gerek yok. Kimi kişiler o derece sabit düzende (ben bu duruma otomatik vites hali diyorum) yaşarlar ki, göreceli “küçük” diyebileceğimiz bir değişiklik, büyük travmalara neden olabilir. En başından bilmemiz gereken yasa; değişimin kendisi sabittir. Değişken olan, tutumlarımızdır.
Değişim veya karışıklık (zihinsel karmaşa) durumunda göstermeyi tercih ettiğimiz tutumlar duyguların fabrikalarıdır. Duygu ve düşünce karşılıklı etkileşimle birbirlerini yaratır, büyütür ve zenginleştirirler. Tüm bunlar kendiliğinden mi olur? Tabi ki hayır. Bu oluşum “ben” tarafından gerçekleşir.
Yani yaşadığınız duygular, sizin seçimleriniz sonucu oluşur. Fakat bir kafa karışıklığı yaratmak istemem, seçimleriniz elbette duygular doğuracaktır. Ben, burada, hayatın içerisindeki seçimlerinizden bahsetmiyorum; tamamen duyguların sizin tarafınızdan seçildiğini söylüyorum.
Tüm bu seçim, “ben” tarafından yapılırken o derece “kendiliğinden”miş gibi görünür ki, çok nadiren sorgulamayı tercih ederiz: Beni neyin üzdüğünü bilirim… Ancak; üzmesine neden olan yorumu nasıl gerçekleştirdiğimi bilir-miş- gibi davranırım. Dikkat, bil(e)mem diye bir yorum hatalı olur. Bilirim fakat bu mekanizmaya biraz daha dikkatli bakmam lazım.
Sizin sahip olduğunuz “ben”in bir takım kuralları vardır. Bu kurallar bizim “karakter” mimarimizi oluşturur. Karakterim ise, bir duygu durumuna karşı vereceğim tepkiyi. Tepki yelpazesi, kimi karakterlerde (yani “ben”lerde) çok zengindir. Kimilerinde ise, yüzeysel ve/veya kısıtlıdır.
Bir değişim ve/veya karmaşa durumundaki tutumunuzdan (dolayısıyla seçimlerinizden) memnunsanız, duygusal dayanıklılığının yüksek olduğundan bahsedebiliriz. Tam tersi, tutumlarınız (yukarıdan da rahatlıkla anlayabileceğiniz gibi; seçimleriniz sonucu) sizi pek memnun etmiyorsa, duygusal dayanıklılığınızın düşük olduğundan bahsedebiliriz. İyi haber; duygusal dayanıklılık öğrenilebilir.
Bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için şimdi söylemekte yarar görüyorum; değişim karşısında sergilediğiniz tutumlar, sizi değişimin sonuçlarına karşı daha hazırlıklı ve/veya hazırlıksız hale getirebilecektir. Duygusal Dayanıklılık olaylar, içinde olduğunuz şartlar, koşullardan çok sizinle (yani sizin sahip olduğunuz “ben” ile) ilgilidir. Daha önce de bahsettiğim gibi, sabit olan değişimdir; yoruma açık olan değişimin sonuçlarıdır.
Duygusal Dayanıklılık için olaylara şu şekilde bakmayı öğrenmek önemli; hiçbir şey sadece kötü veya sadece iyi değildir. Olayların birden çok boyutu vardır. Eğer sadece kötü tarafını görmeye meyilliyseniz doğal olarak tehdit algınız büyüyecektir. Her iyimser bir felaketi fırsata çevirebilir, her kötümser bir fırsatı felaketleştirebilir.
Hem iyimser hem de gerçekçi olmak mümkündür. Hatta hiç zor değildir. Aslında, saniyede 11 trilyon bilgi işleme kapasitesine sahip beynimizle zor olan kötümser ve çıkarsız olmaktır.
Anthony Robins kendini kötü hissetmek ile ilgili müthiş bir tespitte bulunmuştur. Şöyle der; “Bu durum kalıcı değildir. Yani bir uzvunuzu kaybetmiş ve bir daha ona hiç ulaşamayacakmışçasına hisler geliştirmenin size hiçbir yararı yok. Olumsuzluk hissi de, kendisi de geçicidir. ”Duygu durumunuz kalıcı değildir ve şimdi, şu an daha olumlu ve size yararı olacak başka bir durum ile değiştirilebilir. Olmuyor mu? İnan bana sorun sen de değil… “Ben”de! Eğer her şeyin merkezine bu derece “ben” koyarsanız, dünya etrafınızda dönüyor zannedebilirsiniz. Siz siz olun, işleri “ben”e bırakmak ile tüm her şeyi ona devretmek arasındaki ayırımı iyi yapın. “Ben” işini mükemmel şekilde yerine getiriyor. Diyeceğim o ki; ona hangi işi verdiğinize dikkat edin yeter. Çünkü “ben”in başka, sizin başka sorumluluklarınız var!