İngiliz yazar Arthur Charles Clarke’ın 1953 yılında yazdığı Çocukluğun Sonu metninin, kendi yazdığı romanlar arasında çok özel bir yeri vardır. Çocukluğun Sonu, Arthur C. Clarke’ın bilim-kurgu edebiyatında öne çıkmasını sağlayan çok yönlü bir metindir.
Benim buradaki amacımsa, hem bu romanı okuma merakı oluşturmak hem de metinle ilgili kilit bilgiler vermeden, soracağım 10 soru üzerinden -kitabı okuduktan sonra tekrar dönüp bu makaledeki ipuçlarını kullanarak- metni yeniden düşünmenizi sağlamaktır.
Bir kitabın, ancak bu amacını tamamladıktan sonra (üzerinde yeniden düşünmek), gerçek bir eser olarak kıymet bulacağını düşünenlerdenim. Gelin, bu eserin hep beraber hakkını verelim.
Dünyaya gelen ‘hükümdar’ güçlerin amacı ile günümüzde belirgin şekilde ortaya çıkmış ve ileri teknolojiyi temsil eden kişi ve kurumların amaçlarının benzerliği dikkat çekicidir. Acaba Arthur C. Clarke, aşırı göz önünde olan bir şeye yeni gözlerle bakma ihtiyacını mı vurgulamıştır? (Acaba bu gözlerin gördüğü ilk şey ne olur?)
Romanda ‘çocukluk’ tanımının çağrışımı, çocukluktan çok daha derin ve kapsayıcıdır. Acaba hangimizin gerçekten çocuk olduğu konusunda, tüm dünya halkları olarak, bir tartışma başlatsak; bu nasıl sonuçlanır (veya sonuçlanabilir mi)? Biz yetişkinler tarafından tabii ki…
‘İçimizdeki çocuk’ günümüz imkanları ile birleştiğinde, dünya nasıl bir yer olacaktır? (Sırf bu maddenin açık ve net tasvirini ortaya koyduğu için bile bu roman, ayrıcalıklıdır.)
İyicil güçler ile kötücül güçlerin çarpışması sonucu, -hakem olmaksızın gerçekleşen ve gitgide derinleşen bu ‘kapışma’nın sonu- aslında (ve önceden) biliniyor mu? Bunun kitaptaki yansımaları, sizi çok şaşırtacak. Emin olabilirsiniz.
Daha önce de bahsetmiştik, ‘hükümdar’ güçlerin nereden geldikleri konusu muğlaktır. Bu durum, romanı okurken ve sonrasında; bu güçler, derin inançlarımız, dinler ve köklü diğer inançlarımız hakkında, günümüz koşullarını da düşünerek, bugün olanları ve mevcut durumumuzu sorgulamamıza neden olmaz mı? Olmuyorsa, bunun olmamasını isteyen ve izleyen bir güç mü var?
Kitapta ‘gelecek’ tanımlaması da günümüz için bile görünmeyen bir menzile dayalı akışa bırakılmıştır. Gelecek, bir zamanların şimdisi, bizim içinse neredeyse hiç ulaşılmayacak bir metafor haline dönüştü. Yazar, acaba bu gibi tanımlarda, hepimizin üzerinde mutabık kaldığı belirli bir zaman dilimi ve tüm insanlık için gezegensel bir olumlu hedef koymanın önemine ne derece atıfta bulunmuştur? Bunu yapmalı mıyız?
Bilinmeyenin (veya yukarıdaki bahsettiğimiz belirsizliklerin) korkusu bize geçmişten değil de, gelecekten mi kaldı yoksa? (Bu soruyu, kitap tanıtım metninden aldım, belki de en önemli, üzerinde en çok kafa yorulması gereken soru bu.)
Kitabı okuduktan sonra belki sizin de aklınıza gelebilir; ya anlatı gibi bir distopik durum arka planda gerçekleşiyorsa, daha da kötüsü gerçekleşmişse, tepkiniz ne olurdu? Dünya sizin için nasıl bir yere dönüşürdü?
Eğer etrafa baktığınızda çocukça gördüğünüz şeylerin sayısı gitgide artıyorsa, bu çocukların ebeveynleri hakkında kafanızda nasıl bir düşünce oluşur? Yoksa o ebeveynler siz misiniz?
Son not: Umarım bu romanı okuma iştahınızı kabartmışımdır. Günümüzde ortaya çıkan olgular, gerçekten üzerinde iyice düşünülmesi gereken ‘bir takım’ mesajlar halini aldı.
Buradaki 10 sorunun açık ve net cevaplarını, romanı okurken, hiç zorlanmadan bulabileceksiniz.
Bilimle kalın, hayatınızı siz kurgulayın, başkaları değil!