1980 yılı Türkiye için ekonomik, siyasi ve toplumsal bir kırılma noktasıydı. İlk olarak ekonomik istikrarsızlığı önlemek için 24 Ocak Kararları kamuoyuna duyurulmuş ve Türkiye ekonomisinde serbest piyasa dönemi başlamıştı. Ardından 12 Eylül Askeri Darbesi gerçekleşmiş, bununla birlikte toplumsal yaşamın her alanında büyük bir çöküş yaşanmıştı.
Askeri darbe sonucunda siyasi partiler, dernekler, sendikalar ve halkı temsil eden tüm kurum ve kuruluşlar kapatılmıştı. Bu dönemde sinemaya da adeta bir demir yumruk inmişti. Sinema seyircisi, fonda acılı şarkıların söylendiği, hayattan beklentisi olmayan karakterlerle bezeli arabesk filmlerle derin bir uykunun kollarına atılmıştı. Ancak toplumsal problemlerin farkında olan bazı yönetmenler yasaklar karşısında, bireysel filmlere yönelmişlerdi.
1960’da ve 1970’lerin başında yaşanan, etkileri dünyaya yayılan feminist hareketin Türkiye’ye gelişi on yılı buldu. 1980’li yıllarda, kadınların iş hayatında daha aktif rol almaya başlamasıyla, beyazperde de toplumda birey olarak gerçek yerini almaya başlayan bu kadınları keşfedebilmiştir. O güne kadar neredeyse her filmde görülmekte olan iyi kadın – kötü kadın kalıpları kırılmış, kadın karakterler gerçekçi bir şekilde yazılmıştır.
Kolları sıvayan ilk yönetmen ise, sinemada hemen hemen her türde film yapmış olan Atıf Yılmaz‘dı.
Yılmaz, 1982 yılında, Necati Cumalı’nın tiyatro oyunundan uyarlanan filmi, Mine’yi çekti. Küçük bir istasyon kasabasında, istasyon şefi olan kocasıyla mutsuz bir evlilik sürdüren Mine isimli genç ve güzel bir kadını merkezine alan hikaye, taşrada yaşayan insanların iki yüzlü namus anlayışlarını anlatıyordu.
Bu filmin bir diğer özelliği, filmin başrolü Türkan Şoray’ın, beyazperdede öpüşmeme ve buna benzer tutucu kurallarını yıkmasıydı. Kadına yönelik toplumsal baskıyı anlatan filmde, Şoray da, tıpkı canlandırdığı karakter gibi, dönemin bazı gazetelerinde çıkan haberlerde öpüştüğü gerekçesiyle eleştirilmişti.
Şoray’a göre; sevişme sahnesinin senaryonun dramatik kurgusu içinde olması gerekiyordu ve bu sahne, Mine’nin üstündeki baskılara bir başkaldırıydı.
Türk sinemasında kadın filmlerinin esas yüzü ise, kuşkusuz Müjde Ar’dır. Sinemada yeni bir dönemin mimarı olan Müjde Ar art arda oynadığı İffet, Aile Kadını, Şalvar Davası, Gizli Duygular, Fahriye Abla, Adı Vasfiye ve Aaahh Belinda filmleriyle rüştünü ispatlamıştı.
Müjde Ar oyunculuğuyla öyle bir etki bırakmıştı ki, dönemin star isimleri birer birer tabularını yıkıp, kadın filmleri çekmeye başlamışlardı.
Müjde Ar ve Türkan Şoray’ın dışında Hülya Koçyiğit, Hale Soygazi, Hümeyra, Nur Sürer ve Hülya Avşar gibi oyuncular dönemin kadın filmleri furyasının aranılan isimleri olmuşlardı.
Dönemin en önde gelen yönetmeni ise, Atıf Yılmaz’dır. Yılmaz’ın 1980-1989 yılları arasında çektiği 17 filmin 13’ü doğrudan kadın temalıdır.
Bu dönemde kadını konu alan filmler yapan diğer yönetmenler arasında Erden Kıral, Ömer Kavur, Şerif Gören, Yavuz Turgul, Halit Refiğ, Süreyya Duru ve Yusuf Kurçenli gibi isimleri sayabiliriz.
80’li yıllarda çekilen, Halit Refiğ’in İhtiras Fırtınası (1983) ve Atıf Yılmaz’ın Dul Bir Kadın (1985) filmleri, güçlü bağları olan ve birbirlerine hayranlık besleyen kadınları konu alan iki film olmuştu. Yusuf Kurçenli’nin yönettiği, 1987 yapımı Gramofon Avrat filminde Gülsen Tuncer’in canlandırdığı terzi kadın karakterinin sarhoş olduğu sırada Türkan Şoray’ın canlandırdığı Cemile karakterine aşkını itiraf etmesi ve ardından her iki karakterin de bu konudan bahsetmemesi, dönemin sinemasının kadın eşcinselliği temasını şöyle bir yoklayışıydı.
Bu filmler yalnızca bir furya olarak kalmamış, sinemamızı uluslararası arenada temsil etmiş ve ödüllerle dönmüşlerdi.
Bilge Olgaç’ın Kaşık Düşmanı (1985) filmi, 7. Uluslararası Kadın Filmleri Şenliği’nde En İyi Film Çdülü ile Fransız gazetecilerin Basın Özel Ödülü’nü kazanmıştı.
Hülya Koçyiğit, 8. Nantes Üç Kıta Şenliği’nde (Fransa) Kurbağalar (1985) ve 8. Uluslararası Amines Film Şenliği’nde Bez Bebek (1987) filmlerindeki performanslarıyla En İyi Kadın Oyuncu seçilmişti.
80’li yıllarda çekilen kadın filmlerine, toplumun kentli burjuva sınıfı kadınlarının anlatıldığına yönelik kimi eleştiriler yapılsa da, bu filmler sinemamızda kadının bireysel varoluşu konularına değinmesi ve kadına bakış açısının değişmesinde oynadığı rol bakımından oldukça önemlidir. Bu dönem sinemasında kadının başkaldırısı, bir kuşak sonraki 90’lar Türk sinemasını da etkilemiştir.