Tarih öncesi sanat, bize, o dönemde yaşayan insanların becerisi hakkında önemli bilgiler vermektedir. İnsan yaşamının başlangıcı hakkında net bir bilgi edinemediğimiz gibi, sanatın da nasıl doğduğuna dair net tarihi bilemiyoruz. Ancak bilim insanları ve arkeologların araştırma verilerine dayanarak, insanlığın yerleşik hayata geçtikten sonra bilim ve kültür birikiminin başladığını söyleyebiliriz. Prehistorya dediğimiz tarih öncesi zamanda, insanlar kendileri için yararlı araç gereç üreterek yaşamlarını sürdürebilmişlerdir.
İnsanlık tarihi üç önemli kültür bölümüne ayrılır ve bu bölümlerin her birine adım atmak için çok uzun süre çaba gösterir. Bu kültür dönemleri sırasıyla; yağma kültürü, tarım kültürü ve bilimsel teknoloji kültürüdür. Paleolitik Çağ’da insanlar henüz üretime geçmemiştir. Daha çok avcılık ve toplayıcılıkla hayatını sürdürmüştür. Bunun için ihtiyaç duyduğu bazı aletleri yapmaya başlamıştır. Bu üretimlerse, sanatın doğması ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Mezolitik Çağ denilen bu dönemdeki üretimlere, anıtsal nitelikler olmadığı için ‘primitif halk sanatları’ deniyor. Primitif halk sanatları, yarı-tarımcı toplumlarda daha çok mağara içlerine yapılmış insan ve hayvan figürleri olarak karşımıza çıkar.
Resimler sıradan kişiler tarafından değil, bu konuda uzmanlaşmış kişiler tarafından büyüsel amaçlarla yapılmaktaydı. Çünkü imgelerin onları öteki güçlerden koruyacaklarına inanıyorlardı. Tinsel kültürün varlığını görebildiğimiz bu üretimler, estetik kaygıyla yapılmamış olmalarına rağmen, günümüzde şüphesiz hayran kalabileceğimiz niteliktedirler.
Mağara resimlerinin yanında, kireç taşından yapılmış heykelcikler de bize, döneme ait yaşayış biçimleri ve inançları hakkında bilgiler veriyor. Heykelciklerin küçük olması kolay taşınabilirliğiyle alakalı olmakla beraber, heykelleri yanlarında taşıyıp doğanın bereketine daha fazla sahip olacaklarına inanıyorlardı.
Willendorf Venüsü kireçtaşından yapılmıştır ve üzerinde kırmızı kök boya vardır. Büyük göğüs ve geniş kalça tasviriyle dikkat çeken Willendorf Venüsü’nün vücut hatları doğumu ve bereketi temsil etmektedir.
Heykelcik yine doğumu ve bereketi temsil etmektedir. Fildişinden yapılmıştır. Heykellerde organik malzeme kullanmış olmaları ortalama olarak yaşlarını belirlememizde önemli bir noktadır. İlk bulunduğunda zarar görmüş olan heykel restore edilmiştir.
Mamut dişinden yapılmış Hohle Fels Venüsü, insanlık tarihinin en eski insan tasviri olarak kabul edilmektedir. Anatomik düzensizliği, diğer heykellerde gördüğümüz gibi, bu heykelde de görüyoruz. Venüs heykellerinde üsluplar nesillere göre farklılık göstermiştir.
O dönemde yaşamış insanların inançları hakkında bilgi veren başka bir obje ise, tanrıça heykelleridir. Bu heykeller de tıpkı Venüs heykelleri gibi çıplak olup doğurganlığı sembol edecek özellikler barındırır. Tanrıçalar, bu özelliklerin yanı sıra bereketi ve çoğalmayı temsil etmesi amacıyla doğum esnasında da tasvir edilmiştir.
Çağın ilerleyen zamanlarında, ortalama M.Ö. 5500 yıllarında bakırın bulunmasıyla, insanlar arasındaki eşya değiş tokuşuna bir sembol yapma ihtiyacından doğan ‘hieroglyph’; yani kutsal yazı, bazı sembol ve resimleri oluşturmalarını sağlamıştır. Bu semboller çağın ilerleyen dönemlerinde farklı şekillerde seramikten yaptıkları eşyalar üzerinde de yer alacaktır. Özellikle Çatalhöyük ve Hacılar kazılarında bulunan M.Ö. 6000’lere tarihlendirebileceğimiz çok renkli, sembol ve resimlerin yer aldığı seramik kaplar, insanlığın seramik alanındaki ilk sanat eserleridir.