GİRİŞ
God Of War, 2005 yılına bomba gibi düşen bir oyundu. PlayStation 2’ye çağ atlatan ve tüm odağı üzerine toplayan bir işti. Bu oyun ile birlikte gelen başarı, ikinci oyunu da getirdi. İkinci oyun çıktığında (2007), PlayStation 3 piyasaya çıkalı 4 ay olmuştu ama God Of War II, PlayStation 2 için yaratılmıştı.
Hem PlayStation 3 yüksek fiyatından ötürü çok satmamıştı, hem de bir önceki nesilde 7 yıllık geçmişi olan ve tarihin en çok satan konsollarından birinde çıkış yapmak ticari olarak daha mantıklı bir hamleydi. Teknoloji, yeni nesile geçmişti ama oyun severler için hala PlayStation 2 dönemiydi.
God Of War III, 2010 yılında PS3 için çıkış yaptı. Sony, artık marka bir oyunla satışları iyileşmiş bir konsola daha fazla ivme kazandırmalıydı. Konsol özellikle Uncharted 2 (2009) ve Killzone 2 (2009) ile birçok oyuncunun odağına yerleşmişti.
God Of War III ise, konsolun bütün gücünü kullanarak çıtayı daha da yükseltecekti. 2010 yılında ilk oynadığım dönemle ilgili şunu çok rahat söylebilirim; öyle bir anı oyun oynadığım yıllar içinde ikinci kez yaşamadım sanırım. God Of War II’den God Of War III’e geçişteki o grafiksel sıçrama, gerçekten dudak uçuklatıcıydı. Fevkalade bir intro ve arkasından o ana kadar gördüğüm en epik, en havalı açılış sahnesi ile oyun karşımdaydı. Oyunun ilk yarım saati tamamıyla oyuncuyu gazlamak için yapılmıştı. Olympus Tanrıları ve Titanlar arasında geçen savaşı, sinematik kamera açıları ile deneyimlemek tarifsiz bir histi.
Bu sinematik kamera açılarına birçok oyuncu Uncharted serisi ile aşinadır, ama orada kamera çoğu yerde sizin kontrolünüzdedir. Fakat God Of War’da kamera tamamen önceden belirlenmiş açılardan size oyunu sahneler ve bu iyi kullanıldığında, içinde oyun oynadığınız bir sinema deneyimi yaşatır.
Bu üçlemeye bir de yan oyunlar eşlik etmişti. Son oyun God Of War Ascension idi. Kötü bir oyun değildi, lakin 2013 yılında 3 yıl önceki oyunun resmen suyunu sıkmak üzere yapılmış gibiydi ve oyunun asıl talihsizliği 2010’da harika duran her şeyin, 2013’te aynı dinamiklerle tekrar ediyor hissi, hatta sinematiklerinin daha kalitesiz ve yapmacık durmasıydı. Bu oyunla markayı sömürmek isteyen firmayı sert kayaya çarptıran asıl şey ise, o yıl Grand Theft Auto V ve The Last of Us gibi, biri linear diğeri ise açık dünya oyunlarında zirveyi temsil eden iki oyunun piyasaya çıkmasıydı.
Zaten God Of War III ile tamamlanmış olan hikaye, yeni oyunda yeni bir hikaye vermiyordu. Sadece ana karakterin geçmişine biraz daha yakından bakıyorduk. Belki biz fanlar bu oyunu, eski oyunların hatrına oynadık lakin hiçbir zaman zihnimizde derin bir yeri olamadı. Çünkü Grand Auto V ve The Last of Us, o yıl God Of War’ı görünmez yapmıştı. Aslında o yıl birçok oyun görünmez olmuştu fakat büyük bir markanın da hem zamanlama hatası hem de gereksiz uzaması seriyi ciddi eskitmişti. Santa Monica stüdyosu için yeni bir başlangıç gerekliydi.
Gelin, God Of War (2018) ‘ın kendisini 10 maddede kısaca inceleyelim.

E3 TANITIMI
E3 2016’da oyunlar tanıtılıyordu. Sonra bir orkestra çıktı, oyunun ana teması olacağını düşündüğümüz harika bir soundtrack çaldılar. Seyirciler bir yandan da oyunu tahmin etmeye çalışıyorlardı, kuzey mitlerini andıran ezgiler hissediliyordu, bazıları Hellblade 2 geliyor diye düşündü. Alakalı alakasız birçok tahmin yapıldı. Fakat kimse God Of War’ı beklemiyordu, çünkü Kratos’un hikayesi God Of War III’te sonlanmıştı. İntihar ederek hikayesi biten bir karakterin tekrar döneceğini düşünmesek bile, çoğu fan bu markanın birgün tekrar küllerinden doğacağını hissediyordu.
Sony Computer Entertainment yazısı ekranda belirdikten sonra oyuncakları ile oynayan bir çocuk gözüktü. Arkadan çocuğun oyununu bozan bariton bir ses ona seslendi;
– Boy (çocuk)!
Bu çocuk kimdi diye düşünürken karanlıktan gelen sesi düşünmeye başladık ve çok geçmeden gölgelerin içinden Kratos belirdi ve salonda inanılmaz bir ses yükseldi. E3 tarihinde insanları bu kadar çıldırtan bir an olmuş mudur bilmiyorum ama mutluluktan gözleri dolan ve çığlık atanlar bile vardı. Ben oyunun fanı olmama rağmen, bu kadar taparcasına bir kitle olduğunu o zaman fark etmiştim.
Oynanış videosunu ilk izlerken anında zihnimde beliren şey “The Last of Us gibi olmuş resmen” oldu. Eski oyunlar için sinematik kamera açıları vardı ve kamera sizin kontrolünüzde değildi demiştim, bu yeni oyunda ise omuz kamerasına sabitlenmiş, sizin çevreyi görmeniz ve Kratos’u kontrol etmeniz için oyuncuların yönetimine verilmiş bir kamera var.
Kratos ve yanında bir çocuk birlikte ilerliyorlardı. Bu ilk görüntülere bakınca Joel ve Ellie’nin mitolojik versiyonlarını izliyor gibiydim. Açıkcası The Last of Us oyun dünyasını kasıp kavurunca birçok şeyde onun esintilerini görmeye başlamıştım. Logan filmindeki Hugh Jackman’ın ne kadar Joel’e benzediğini, oyunu oynadıysanız siz de fark etmişsinizdir. Labirent serisinin ikinci filmindeki aksiyon/gerilim sahneleri birebir The Last of Us ekibi tarafından yazılmış gibiydi. O dönem bir The Last of Us rüzgarı almıştı başını, God Of War’da bundan payını almış gözüküyordu. Bu durumdan şikayetçi değildim çünkü Santa Monica’nın God Of War için yeni hikayesini ve radikal değişikliklerini merak etmiştim.


AÇILIŞ
Oyun alışkın olmadığımız bir açılış yapıyordu. Sakin ve yavaş. O destansı savaşların ortasında başladığımız aksiyon dolu açılışlara veda etmişti. Kamera bu defa sizi kesintisiz ve blackout olmadan takip ediyordu. Açıkcası oyundaki kamera çoğu zaman oyuncunun kontrolünde olmasına rağmen, sinematik sunumu ve hikaye anlatımını çok daha başarılı bulduğumu söylemeliyim.
Oyundaki sakin ton, oyunu aslında ilginç bir şekilde daha bir heyecanlı yapmıştı. İlk oyunlar, Yunan mitolojisinde geçmişti, yeni oyunumuz ise Nors mitolojisinde geçiyordu. İskandinav topraklarına son derece yabancıyız ve bu diyar ile tek bağlantımız ve rehberimiz, Kratos’un oğlu Atreus. Hikayenin geçtiği diyara yabancı olmanın verdiği bir merakla zaten sürekli inceleme halindesiniz. Her şey bir anda patlama noktasına gelecek gibi oluyor.

Oyun ilk saatleri linear bir şekilde ilerliyor ve ilk bölüm ormanda ava çıkmakla başlıyor.
Ormanda tam bir turu tamamladıktan sonra eve dönüyoruz ve bu noktada söylemeliyim ki, oyun o sakin açılıştan sonra gerginliğin ve aksiyonun hat safhada olduğu bir sekansa geçiyor.
Bir yabancı evin kapısına dayanıyor ve Kratos’u kavgaya zorluyor. Bu ayyaş ve mma dövüşçüsü gibi duran viking, Kratos’un uyarılarına rağmen tehditlere devam ediyor. Kratos’un vurduğu yumrukla yere yapışan adam, Kratos’a misli ile cevap veriyor ve metrelerce havaya uçan Kratos ile oyunu oynayan bizlerin gözleri faltaşı gibi açılıyor. Anlıyoruz ki; karşımızda sıradan ve çelimsiz bir viking yok. İki taraf da kademeli olarak şiddetin dozunu artırıyor, Kratos’un vurduğu her sert darbeden kurtulan bu adamın sınırlarını anlamaya çalışıyoruz. Bu benim oyun tarihinde görüp gördüğüm en havalı ve en destansı boss fight olabilir.
Kratos’un yabancı bir diyarda bir yabancıya bu kadar zorlanması ve Kratos’un son çare olarak Spartalı öfkesini kullanıp düşmana bütün tanrısal güçleri ile saldırması… Bunca darbeden sonra bile kendi iyileştiren ve acı hissetmediğini söyleyen bu adam, Odin tarafından gönderildiğini söylüyor ve oyuncuya çaresiz hissettiren anlar yaşatıyor. Ana karakteri Tanrı olan bir oyunda, oyuncuya “şimdi ne yapacağız” diye gerginlik verebilmek harika bir iş. Yanlış anlaşılmasın bu boss fight kurguda çok zor olsa da, oynaması son derece normal bir boss fight. Daha önce çok daha ter döktüren boss fightlar oldu ama bu kadar havalısını deneyimlemedim. Avengers: Endgame filminde Thanos’un; Demir Adam, Kaptan Amerika ve Thor ile kapıştığı o sahneyi düşünün. Verdiği hissiyat açısından birbirlerine çok benziyor.

AÇIK DÜNYAYA İLK BAKIŞ
Oyun bu boss fight ile açılış yapıyor aslında. Ancak oyunun gerçek manada sisteminin oturması birkaç saat sürüyor. Oyunun kendini tamamen gösterdiği kısım, Dokuzlar Gölü’ne vardığınızda oluyor. Buradan sonrası yarı açık dünya modeline geçiyor. Linear oyunların hayranı olan biri olarak bu durum beni başta rahatsız etti. Çünkü sevdiğim seriyi, sevmediğim bir modelle deneyimlemek zorunda kalmış hissediyordum. Neyse ki oyun beni yanılttı. Kocaman haritasında, birbirinin kopyası sıkıcı level yükseltme bölümlerinden oluşan açık dünya oyunlarından değildi. Level yükseltmek için sağı solu araştırıyoruz ama bu beni sıkmadı. Çünkü Kratos’un levelinin yükselmesi, oyunun keyifli olması ile doğru orantılı olmuş. Bu da sizi çevreyi keşfetmeye itiyor. Kratos’un ne kadar çok yeteneği gelişirse oyun o kadar keyifli oluyor.

KOMBAT ve SİLAHLAR
Oyunda ana silahımız bir balta. Eski zincirli kılıçlar ile yaptığımız hızlı kombolar yerine, daha yavaş ama daha tatmin edici bir vuruş hissi ile düşmanları yere seriyoruz. Baltamızın en dikkat çeken özelliği, Thor’un Mjolnir’i gibi fırlattığımızda elimize geri dönmesi. Tabi siz çağırana kadar olduğu yerde duruyor ve bu özellik harika bir detay olmuş. Bazen baltamı haritanın diğer ucunda bırakıp, uzaklardan çağırmak çok eğlenceli oluyor. Böyle bir fanteziyi deneyimleme şansını verdiği için bile çoğu rakibini eleyebilecek bir oyun benim için. Ayrıca oyunda, baltamızın olmadığı anlarda savunmasız da değiliz, kudretli yumruklarımız var ve en az balta kadar dövüşte önemli taktikselliğe sahip. Balta, düşmanın canını azaltırken, yumruk ve tekme, düşmanı sersemletiyor ve bu da bitirici vuruşu yapma şansı veriyor.
Bazen etrafınız kalabalık olduğunda baltayı düşmana fırlatıp onu dondurabilirsiniz ve başka bir düşmanı da Spartalı Tekmesi ile kendinizden uzaklaştırabilirsiniz. Böylelikle kendinize alan açmış olursunuz. Bu sadece bir örnek. Dövüşlerde sergileyebileceğiniz taktikler çok çeşitli ve kombolarınız geliştikçe daha da çeşitleniyor.

DÜŞMAN TİPLERİ
Oyunda birçok düşman bir elemente sahip. Bizim silahımız olan Leviathan baltası ise buz elementine sahip. Bu da ateşten gelen yaratıklara karşı etkisini artırıyor. Buz elementine sahip bazı yaratıklar baltadan yarı yarıya daha az etkileniyor ya da hiç etkilenmiyorlar. Bunlardan en dirençli olanları ise, Hell Walker adındaki buzdan yaratıklar. Bu tarz düşmanlar için genelde yumruklarımızı kullanıyoruz. Sersemleterek de bitirici vuruşu yapıyoruz.
Oyunda çok fazla düşman tipi yok ama az da değil. Genelde birbirinin farklı varyasyonları olan düşman tipleri ile mücadele ediyoruz. Bazıları görüntüde çok farklı olsa da saldırı stilleri bire bir aynı. Yine de can sıkan bir durum değil. Çünkü çok fazla farklı düşman grubu olmasa da bazı dövüşlerde birkaç farklı düşman grubu üstünüze geliyor. Doğal olarak sizin tek bir gruba uyguladığınızda işe yarayan taktikler, burada pek işe yaramıyor. Bazı düşman grupları dövüş esnasında duruşunuzu bozarak sizi saldırılara açık hale getiriyor. Normal şartlarda yavaş bir draugr sizi kolay kolay yakalayamaz ama nightmare adında uçan dev bir göz, uzaktan size enerji topları atıyor, bu bazen zehir, bazen ateş, bazen de buz olabiliyor. Böylelikle siz saldırı yaparken göremediginiz bir açıdan gelen bu saldırı, sizin hareketinizin yarıda kesilmesine neden oluyor, ağır kanlı ama güçlü düşmanlar için müthiş bir açıklık yaratıyorlar. Genelde kalabalık dövüşlerde bu ve benzeri hızlı yaratikların sergilediği taktiler bu minvalde oluyor.

ATREUS
Oyundaki kalabalık dövüşlerden bahsetmişken, biz de yalnız değiliz. Kara günler için eğittiğimiz biricik yiğit oğlumuz Atreus var. Oyunda onu da kendimiz gibi geliştirebiliyoruz. Kratos’a nazaran daha kısıtlı bir geliştirmeye sahip. Atreus, oyunda balta ve yumruk kadar etkili bir silah. Adeta zor anlarımızda masaya sürdüğümüz bir joker kartı gibi. Kaç çetin savaşta onun sayesinde kurtuldum bilmiyorum ama harika bir yardımcı. Bir oyunda yan karakter bu kadar mı etkili ve kullanışlı olur!
Atreus başlangıçta sadece ok atarak düşmanları sersemletiyor, zamanla da bu oklar büyülü özellikler kazanıyor. Işık ve elektrik okları olarak iki ayrı özellik geliyor. Işık okları düşmanı sersemletirken, elektrik okları düşmanın canını daha çok yakıyor ve yeterince ok atarsanız çarpılmaya başlıyorlar ve kalabalık ve yakın olduklarında kendi aralarında bir elektrik akımı oluşuyor. Kalabalık dövüşlerde elimizi bir hayli rahatlatan özellik. Sadece kare tuşunu spamleyerek arkası arkaya ok atabiliyoruz. Fakat okların yükleme süreleri var ve bu süre tamamlandıkça tekrar Atreus’a ok attırabiliyoruz.
Atreus, savaş esnasında büyülü hayvan ruhları çağırabiliyor. Bunun için özel gücün dolu olması gerekli ve bunu yapmak için kare tuşunu basılı tutmanız yeterli. Bunun dışında Atreus, siz onu kontrol etmiyor iken de inisiyatif kullanıp düşmanları sizin için açık hedef yapıyor. Bir draugrın boynuna atlayıp onu yayı ile boğmaya çalışıyor ve bu da düşmanı kısa bir süre hareketsiz bırakıyor. Kratos için ise balta ile bitirici vuruş yapma şansı doğuyor. Anlayacağınız Atreus, oyunda son derece önemli ve işlevsel bir karakter olmuş.

MEKANLAR
Oyunun açık dünyası canlı mı peki? Pek sayılmaz. Nors diyarında gezerken oranın sadece yaratıkları ile değil, insanları ile de karşılaşmak isterdim. (Hikaye gereği sadece insanlarla mücadele ettiğimiz tek bir sekans var.) Bu açıdan pek bir sessiz hissettiriyor oyunun açık dünyası. Sanki koca Midgard’da sadece Kratos ve Atreus var gibi… Bunun dışında oyunda eksi olarak sayabileceğim pek bir şey yok. Yarı açık dünya modeli ve bölüm tasarımları gayet keyifli. Mekanlar hikayenin geçtiği görevler için çok güzel tasarlanmış. Ancak challenge amaçlı dizayn edilmiş bölümlerde grafikler ve tonlar epey düşük duruyor. Özellikle Niflheim’da challenge için gittiğinizde son derece iç sıkıcı kasvetli tonlar ve tabiki dizaynın pek de bir önemi olmadığı bir labirent ile karşılaşacaksınız. Lakin bu oyunu kötü yapmıyor çünkü bu bölümler bırakın ana görev, yan görev bile sayılmaz. Oyunu bitirince vakit geçirmek isteyeceğiniz challengelardan ibaret.

Bulmacalar
Oyunda bulmacalar mevcut ama eski God Of War’lardaki gibi sizi zorlayan bulmacalar değiller. Ancak pek deneyiminiz yoksa sizi zorlayabilir. Bulmacaların büyük çoğunluğu baltamızın büyülü işlevine sırtını yaslıyor. Bir kapıyı aç, sonra o kapının kapanmasına engel olmak için onu kapatan dişli mekanizmaya baltayı fırlat ve dondur. Kapıdan geçtikten sonra da baltayı çağır ve yoluna devam et. Bu en basit şekli ile bir örnek. Bulmacaların büyük çoğunluğu bu şekilde tasarlanmış ve oyun boyunca farklı varyasyonları ile karşılaşıyorsunuz. Oyun açıkçası bulmaca ve düşman tipleri konusunda kötü olmasa da biraz tembel hissettiriyor. Developer ekip, kendini daha çok mekan, bölüm dizaynı, kombat ve hikaye konusuna adamış, iyi de yapmışlar. Oyunu oynamaya iten etkenler de bunlar zaten.

Toparlayacak olursak…
Oyun oynanış olarak rakiplerinin standart yaptığı çoğu şeyi üst seviyede yapıyor. Özellikle kombat anlamında derslerine iyi çalışmış bir oyun. Düşmanların üzerine bodoslama gittiğiniz, manasızca bütün tuşlara basıp geçebileceğiniz bir dövüş sistemi yok. Acemileri, normal modda bile hayli terleten dövüşlere sahip. Zaten oyunun alameti farikası da bu.
Hikayeye gelecek olursak, oyun bizi eski hikayelerdeki epik bir intikam yolcuğuna çıkartmıyor. Yıllardır iyi, kötü ayırmadan kan dökmekten başka bir şey yapmamış bir adamın, baba olmak gibi tekrar güzel ve ulvi duygulara alışmasını konu alıyor. Vahşi yanını törpülemiş, daha bilge, daha vicdanlı bir Kratos var karşımızda. Amaçsızca kan dökmek yerine, hayatta kalmak ve oğlunu korumak adına savaşmayı tercih eden birine dönüşmüş. Kratos’un ruhsal yorgunluğu ve bıkkınlığı oyunun açılışında bile hissediliyor. Geçmiş günahlarından arınmasa bile bunlardan son derece pişmanlık duyuyor ve oğlunun kendisi gibi bir kaderi paylaşmasını istemiyor.
Bu oyun, baba olmayı, belki de insan gibi hissetmeyi unutmuş bir adamın, ergenlik çağında bir çocuğa nasıl rehberlik etmesi gerektiğini anlamaya çalıştığı bir hikaye.
Vahşi Nors topraklarını, baba, oğul birlikte arşınlarken çok kişisel ama anlamlı bir görevi yerine getirecek bir yandan da İskandinav mitlerine dalacaksınız.
Bu hafta içinde pcye de çıkış yaparak birçok pc oyuncusunun da deneyimleme şansı elde ettiği bu harika macerayı kaçırmayın derim.