Maria Montessori
31 Ağustos 1870’te İtalya’nın Chiaravalle kasabasında doğan Maria Montessori, o dönemde kadınların çalışma hayatına katılımı oldukça sınırlı olsa da bu kalıpları yıkarak birçok alanda öncü bir figür haline gelmiştir.
Ailesinin desteğiyle erkek öğrencilerin ağırlıkta olduğu bir teknik lisede eğitim alan Montessori, 1890’lı yıllarda Roma Üniversitesi’nde tıp okumak istemiş ancak kadınların bu alanda çalışmasının sıra dışı olması sebebiyle hem ciddi eleştiriler almış hem de büyük bir dirençle karşılaşmıştır. Buna rağmen 1896 yılında İtalya’nın ilk kadın doktorlarından biri olarak mezun olmuştur.
1949 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Montessori, 6 Mayıs 1952 tarihinde Hollanda’nın Noordwijk aan Zee şehrinde hayata veda etmiştir.
Bugün, eğitimde bireyselliği ve bağımsız öğrenmeyi temel alan bir yaklaşımın öncüsü olarak tüm dünyada tanınan Montessori, çalışma ve uygulamalarıyla çocukların bireysel ihtiyaçlarına uygun bir öğrenme ortamı sunmayı amaçlamıştır.
Tıptan Eğitime Geçiş
Montessori, zihinsel engelli çocuklarla çalıştığı dönemde, bu çocukların eğitimi için kullanılan geleneksel yöntemlerin yetersiz olduğunu fark etmiş ve Fransız Doktor Jean Itard ile pedagojik teorisyen Édouard Séguin’in çalışmalarını incelemiştir.
Montessori’nin çocukların potansiyelini açığa çıkaracak alternatif yöntemler geliştirme çabası bu dönemde başlamıştır.
Casa dei Bambini
Maria Montessori, 1907 yılında Roma’nın fakir bir bölgesinde Casa dei Bambini (Çocuklar Evi) adını verdiği ilk Montessori okulunu açmıştır. Burada yaptığı gözlemler ve uygulamalar, Montessori yönteminin temelini oluşturmuştur.
Çocukların özgürce öğrenme fırsatı bulduğu bu okul, kısa sürede büyük başarılar elde etmiş ve Montessori’ye uluslararası bir ün kazandırmıştır.
Montessori Yöntemi’nin Temelleri
Maria Montessori, bilimsel gözlemler ve araştırmalar üzerine inşa ettiği yöntem ile eğitimde bireysel farklılıkların önemini vurgulayarak çocukların doğal öğrenme süreçlerini anlamaya çalışmıştır.
Bir doktor olarak gözlem ve deney yöntemlerini pedagojik çalışmalarına entegre eden Montessori, özellikle zihinsel engelli çocukların geleneksel eğitim yöntemleriyle yeterince desteklenemediğini fark ederek çocukların duyusal deneyimler ile öğrenme yeteneklerini geliştirebileceği materyaller tasarlamıştır.
‘Absorbent Mind’
Montessori, çocukların doğumdan itibaren bir ‘emici zihin’ (absorbent mind) ile dünyaya geldiğini öne sürmüş, erken yaşlarda çevrelerindeki bilgileri kolayca özümsediklerini ve bu dönemde sağlanan uygun bir öğrenme ortamının gelişimi büyük ölçüde etkileyeceğini savunmuştur.
Montessori’ye göre öğrenme süreci yalnızca zihinsel değil, fiziksel, sosyal ve duygusal gelişimle de yakından ilişkilidir. Örneğin; duyusal materyaller, çocukların ince motor becerilerini ve el-göz koordinasyonunu geliştirmelerine yardımcı olurken matematik materyalleri, sayı kavramını somutlaştırarak çocukların analitik düşünme becerilerini güçlendirmektedir. Bu süreçler çocukların beyin gelişimine doğrudan katkıda bulunmakta ve ileride soyut düşünme becerilerinin temelini oluşturmaktadır.
‘Kendini Disipline Etme Becerisi’
Montessori, öğrenme ortamının özgürlük sunarken bir tür kendini disipline etme becerisi kazandırması gerektiğine inanmıştır.
Kendilerine belirli sınırlar içerisinde özgürlük tanınan çocuklar, bağımsız bir şekilde hareket ederek ve kendi seçimlerini yaparak sorumluluk almayı ve aynı zamanda belirli bir düzen içerisinde çalışmayı öğrenmektedirler.
Bu yaklaşım, çocuğun öz yeterlilik duygusunu güçlendirip özgüvenini artırırken nöropsikolojide yönetici işlevler olarak bilinen planlama, dikkat ve problem çözme gibi becerilere katkıda bulunmaktadır.
‘Duyusal Eğitim’
Duyusal eğitim materyallerinin önemine dikkat çeken Montessori, çocukların dokunarak, hissederek ve deneyimleyerek öğrenmesini sağlayan materyallerin somut kavramların anlaşılmasını kolaylaştırdığını ve soyut düşünceye geçişi desteklediğini ifade etmiştir. Örneğin; kumlu harfler, çocukların dokunarak harflerin şekillerini öğrenmesini sağlarken ses silindirleri, işitsel algılarını geliştirmelerine yardımcı olmaktadır.
‘Kritik Dönemler’
Çocukların belirli becerileri öğrenmek için ideal zaman dilimlerine sahip olduğunu savunan Montessori, örnek olarak, dil öğrenimi için en kritik dönemin 0-6 yaş, ince motor becerileri geliştirmek içinse 3-4 yaşın önemli olduğunu vurgulamıştır.
Montessori Yöntemi, bu kritik dönemlere uygun materyaller ve aktiviteler sunarak çocukların gelişimini en üst düzeye çıkartmayı hedeflemektedir.
‘Çevreyi Hazırlama’
Montessori Yöntemi, çevrenin öğrenme üzerindeki etkisini vurgulamaktadır.
Montessori sınıfları, çocukların özgürce hareket edebileceği, kendi hızlarında öğrenebileceği ve bireysel keşifler yapabileceği bir ortamdır. Mobilyalar çocuk boyutlarına uygun olarak ve her bir materyal belirli bir beceriyi geliştirmek üzere seçilmiştir.
Çocukların kendilerini güvende hissedeceği şekilde tasarlanan Montessori sınıflarında çocuklar, kendi seçimlerini yaparak ve hata yapma korkusu olmadan öğrenme süreçlerini yönetir.
‘Sosyal Öğrenme’
Montessori sınıflarında farklı yaş gruplarından öğrenciler bir arada bulunmaktadır. Bu, büyük çocukların liderlik becerilerini geliştirmelerini, küçüklerin ise rol model alabilecekleri bireylerle etkileşim kurmalarını sağlamaktadır. Ayrıca bu tür sosyal etkileşimler, çocukların empati, iletişim ve duygusal zekalarını geliştirmelerine katkıda bulunmaktadır.
BONUS
Öğretmenin Rolü
Montessori yönteminde öğretmenler, geleneksel eğitimdeki gibi birer bilgi aktarıcı değil, rehber ve gözlemci rolündedir. Çocuğun gelişimini gözlemler, bireysel ihtiyaçlarını belirleyerek ona uygun bir öğrenme yolu sunar, gerektiğinde destek olur ancak çocuğun yerine karar vermez. Bu, çocuğun kendi başına öğrenme sürecini yönetme becerisi kazanmasını sağlamakta ve özgüvenini geliştirmektedir.