Mindfulness
Dilimize farkındalık olarak çevrilen Mindfulness kavramı, diğer kullanım alanlarında olduğu gibi dil öğreniminde de “dili öğrenim sürecinin farkında olma” şeklinde açıklanabilir.
Basitçe, içinde bulunduğumuz an içerisinde kendimizi gözlemleyebilme becerisi, eğitim bilimleri bağlamında da yansıtıcı düşünce şeklinde ele alınmaktadır. Yani buna göre; bir süreç olarak ele aldığımız dil öğrenme serüveni boyunca kendi kendimizi gözlemleyerek gelişimimizin, duraksamalarımızın ve kavrayış anlarımızın farkında olmamız bize çok şey katacaktır. Fakat unutmamalıdır ki, dürüstlük olmazsa olmaz!
Başaramadığınız ya da anlamlandıramadığınız bir nokta olduğunda burada kendimizi kandırmanın kimseye bir yararı olmayacaktır ne yazık ki… Keza burada bir ölçmeden ziyade sadece sürecin uzaktan gözlemlenmesi söz konusu. Bu pratiği, sadece dil öğrenimine uygulamak değil, aynı zamanda tüm hayatınıza entegre ettiğinizde ne kadar yararlı olacağına şüphe yok.
Kabaca bir örnek verecek olursak; zaten anladığınız konularda saatlerce oyalanıp kendinizi iyi hissettirmektense; dürüstçe gerçekten yapamadığınız noktalara eğilmek, o noktayı anlayamama sebeplerinizi araştırmak, gerekiyorsa kaynak, çalışma saati veya öğrenim stratejilerinizi değiştirmek sizi hedefinize bir adım daha yaklaştıracaktır.
Dilin Kullanım Amacı
Göz ardı edilen ancak dil öğrenme sürecinin ana iskeletini oluşturan noktalardan bir diğeri ise, dilin hangi amaçla, ne için öğrenildiğidir. Çünkü buna göre bir yol haritası çizmek; uygun materyal, etkinlik seçimleri yapmak ve bu süreci belli konular ve yapılar etrafında şekillendirmek gerekir.
Örneğin; dilin gerçek insanlarla eş zamanlı, karşılıklı bir diyalog içinde kullanılacağı ortamlar ve o dili konuşmak için öğrenilen konuşma dili öğrenimi ile yine o dilde yazılan çizilen söylenen metinleri anlayabilmek, okumalar yapabilmek için öğrenilecek olan dil öğrenim süreci arasında farklar vardır.
Bundan hareketle, herhangi bir dili öğrenme amacınız her ne ise, öğrenme sürecinizin de buna göre farklı yollarla gerçekleştirilebileceği aklınızda bulunmalıdır.
Dilin hangi amaçla kullanılacağı demişken; gelin, bazı dil öğrenme yaklaşımlarını, dili öğrenme amaçları bakımından inceleyelim. Aranızda hiç casusluk için dil öğrenen var mıdır acaba? Savaş zamanlarında ülkelerin birbirlerine karşı güvenilir istihbarat toplama amacıyla yetiştirdikleri casusların elbette ki hedef dili akıcı ve doğru bir sesletimle konuşuyor olmaları gerekiyordu. Aynı şekilde konuşma sırasında acemi duraksamalardan çok, otomatikleşmiş rahat bir konuşma… peki, tüm bunlar ne tarz bir eğitimle gerçekleşebilir?
Davranışçı Yaklaşım
Günümüz çağdaş eğitim yaklaşımları artık bu tarz bir eğitim sistemi ile çakışıyor olsa da o zamanlarda davranışçı kuramdan yola çıkılarak oluşturulan eğitim programlarının casusluk yeterliliklerini sağladıkları görülmüştür. Bu amaçla oluşturulan bir programın çıktısı olarak dili öğrenen kişilerin sesletimlerin anadile çok yakın düzeyde olduğu ve konuşma sırasında akıcılık sağladıkları bilinmektedir. Oldukça enteresan bir sisteme sahip olan bu yaklaşımda, bir papağan gibi tüm hedef kalıplar teker teker tekrar edilir. Ders süreci bu hedef kalıpları içeren diyaloglardan ve bunların sınıfça tekrarından oluşmaktadır. Fakat bu sebepten dolayı sadece konuşmaya odaklanan bu yaklaşımda, dilin bir diğer kısmı olan yazma yönü oldukça eksik bırakılmıştır.
Geleneksel Yaklaşım
Benzer şekilde, çok eski zamanlarda dili sadece yazılı kaynakları okuyup anlayabilmek için öğrenen insanlar da hedef dilde çok uzun ve detaylı makaleler okuyup anlayabilirken iş konuşmaya geldiğinde cümlelerin belirli ezber kalıpların ötesine geçemediği fark edilmiş, hatta sesletim konusunda ciddi sıkıntı çektiklerinin gözlemlenmesi üzerine, bu öğretim yaklaşımına karşı yeni yaklaşımlar doğmuştur.
Bütünsel Bir Yaklaşım
Bahsedilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, dil kavramı bu yaklaşımlarda soyut ve bütün bir kavram olmaktan ziyade bölümlere ayrılarak küçük ve anlamlı parçalar şeklinde öğretilmeye çalışılmıştır. Ancak Gestalt’ın ünlü kuramında olduğu gibi bütünün kendini oluşturan parçalardan çok daha fazlası olduğunu savunmak, yeni yaklaşımlara da ışık tutmuştur. Çünkü buna göre, bir dili öğrenirken onu oluşturan parçaları -okuma, yazma dinleme, sesletim ve konuşma- o dilin bütününden ayırmak ve teker teker parçalar üzerinden bütüne ulaşmaya çalışmak, tüm parçalar bir araya gelse bile eksik kalacaktır.
Dil Öğrenimi – Dil Edinimi
Bir diğer ve çokça önemli bir kuramdan bahsedecek olursak; bu da Krashen’ın dil öğrenimi ve edimi kuramıdır. Akademisyenler arasında oldukça kabul gören bu kurama göre; dil öğrenme süreci insanlar tarafından ancak iki şekilde gerçekleşir. Günlük hayatta bu ikisi arasındaki fark pek fark edilmezken ilki formal eğitim programları içerisinde belli bir ders saati ve plana göre işleyen süreçler sonrasında yapay olarak öğrenilen dil, yani dili öğrenme süreci, ikincisi ise; o dile belli aralıklarla ve kalitede maruz kaldıktan sonra insan zihninde bilişsel bir süreç olarak kendiliğinden gelişen dil edinimi şeklindedir. Yani, bir dili öğrenmek ve edinmek birbirinden farklı şeylerdir ve farklı yollarla öğrenilen veya edinilen bu dilin çıktıları da birbirinden farklı olacaktır.
Her insanın kendi anadiline bebekliğinden itibaren maruz kalarak, okula dahi başlamadan önce o dili konuşabiliyor hale gelmesinin cevabını veren dil edinimi kuramında, dilin insan organizmasının çok doğal bir parçası olduğu kabul edilir ve bu da modern eğitim öğretim faaliyetlerinin bu doğrultuda yeniden tasarlanmasına ön ayak olmuştur.
İnsancıl Yaklaşım
Hümanistik yani insancıl kuramı baz alarak oluşturulan yeni eğitim-öğretim faaliyetlerindeki odak nokta, öğrencilerin kendilerini rahat hissedecekleri, özgürce ve yargılanma korkusu taşımadan kendilerini ifade edip bol bol pratik yapabilecekleri bir alan oluşturma olarak karşımıza gelir.
Buna göre; gerekli girdiler sağlandığı taktirde öğrenciler kendilerini rahat hissettiklerinde ve stresten yeteri kadar uzak olduklarında maksimum öğrenme, daha doğrusu edinme gerçekleşir. Kendilerini ifade etmekten çekinmeyen, risk alıp hatalar yapmaya karşı oldukça açık olan çocuklara karşın; özellikle yetişkinlerde görülen küçük düşme, vb. kaygılar dil edinimi sürecinde karşılaşılan engeller arasında.
İşte, bu noktada da eğitimciler tarafından sınıf atmosferinin buna göre düzenlenmesi de büyük önem taşımaktadır.
İnput
Dil ediniminde bahsettiğimiz belli aralıklarla ve kalitede sağlanması gereken girdi yani herhangi bir kaynak tarafından sağlanan dil modelleri ise “input” şeklinde adlandırılır. Yine Krashen’in bir teorisine göre; dili edinirken çevreden aldığımız bu girdiler edinimin temelini oluşturmaktadır. Edinim için gerekli olan girdinin belli bir sıklıkta tekrarlanmasının yanında yine i+1 olarak adlandırılan bir terimde bu girdinin kişinin anlayabileceği düzeyin biraz daha üstünde olması gerektiği vurgulanır.
Dilin kullanım modeli olarak görülen bu girdilerin nereden sağlanabileceğine dair bir kısıtlama yok sayılabilir. Bilgisayar oyunlarında karşılaşılan her türlü yazışma ve seslerden, yine yabancı dilde dinlenen müzikler, izlenen filmler ve etraftan duyulanlara kadar karşılaşılan çoğu model dil belli bir düzeyde dil edinimine katkı sağlamaktadır.
Bahsedildiği gibi modernleşen yaklaşımlarla değişen pek çok fikrin yanı sıra öğrenenlere düşen rol de artık eskiye kıyasla pasif olmaktan çıkıp herhangi bir öğrenim sürecinde etkin rol almaya evirilmiştir. Hatta lügatten kalkan öğretmen ve öğretim süreci odaklı “eğitim” ifadesi yerine koyulan “öğrenim” ifadesi de artık kesin bilgi diye bir şeyin olmadığı bu hızlı ve ulaşılabilir bilgi çağında öğrenme rolünün öğrenciler tarafından aktif olarak bizzat üstlenilmesinin gerekliliğini açıkça göstermektedir. Yani, bir dil öğrenirken de bize yol gösterecek eğitimcilerden veya sayısız kaynaktan yardım olarak kendi öğrenim yolculuğumuzun haritasını oluşturabiliriz ancak kimse bizim yerimize bu yolculuğu ilerletemez. Kendi payımıza düşen sorumlulukların farkında olmalı ve onlardan kaçmadan bizzat elimizi bu taşın altına koyarak ne gerekiyorsa yapmalıyız.
Kapak Fotoğrafı: Photo by Ryan Wallace on Unsplash