‘Herhalde bunu anlar artık.’
En sık diyemeyeceğim belki, ama kendimizi ifade ederken yaptığımız en büyük hatalardan biri; karşımızdaki insanın olay ve durumları bizim gibi algıladığına dair önyargımız.
Karşımızdaki kişinin anlama şeklinde, öncelik biz değiliz. Her şeyden önemlisi, söylediklerimizin karşı taraf için anlamlı olması gerekir.
Eğer siz onun nasıl anladığını anlamadan (ve genellikle böyle yaparız) tarifinize devam edecek olursanız, sadece karşı tarafın zihnini daha fazla karıştırmış̧ olursunuz. Derdiniz anlaşılmak ise, önceliği sizi anlamak isteyen kişinin ne anladığına verin. Derdiniz sihirli bir şekilde ortadan kalkacaktır.
‘Beni dinlemiyor.’
Manadan çok gözlem yaparsanız, gitgide daha da anlamsız hale dönüşebilirsiniz. Karşı tarafın düşünme şekline saygı duyun. Söyledikleriniz gerçekten değerli ve anlamlı ise, onun dinleyip dinlemediğinden çok, neden sizi dinlemediğini düşündüğünüzü değerlendirmeniz gerekir. Neden sizi dinlemesi gerektiğini değil.
Farkında olmadan uyumsuz dil kullanımını alışkanlık haline getirmek.
Beni anlıyorsun değil mi?
Bilmiyorum anlatabildim mi?
Hayır…
Anlamanı istediğim şu ki…
Şimdi anladın mı?
Ve benzeri cümleler, karşı taraf için değil, bizim için birer uyarıdır. Koçlukta biz bu kalıpların kullanımına ‘uyumsuz dil kalıbı’ demekteyiz. Tarif ile anlam birbirini karşılamıyorsa, yani anlatım eksikliği varsa, yersiz geri bildirim doğar. Bir bakarsın, kişi sürekli bunu kullanıyor. Bilemiyorum anlatabildim mi? 🙂
Empatik geri zekâlılık.
Bu kavramı yumuşatıp anlamından uzaklaştırmayacağım. Neyse o. Kendini ifade etmeye çalışanların her şeyin odağına kendini koyması ve -es kaza- konu nereden koparsa kopsun kendine gelen ilk söz hakkında bıraktığı yerden başlaması.
Burada sorumluluk iki taraftadır. Eğer böyle bir durumla karşılaştıysanız -ki eminim karşılaşmışsınızdır- sohbete devam etmek sizin için seçimdir, hayıflanmayın. Yok eğer siz bunu yaşıyorsanız, çözüm daha iyi ifadeler falan değil… Susmak ve dinlemek. Evet, dinlemek.
Zamanlamanın önemini anlayamamak.
Bir ifade, onu ne zaman söylendiğinden ayrı düşünülemez. Bu hepimiz için geçerlidir. Benim size ne derece değer vereceğim, bana ve zamanıma ne derece değer verdiğiniz ile doğrudan ilgilidir. Aynı zamanda, neyi ne zaman söyleyeceğinize “doğru” şekilde karar vermek, sizin ifadelerinize ne derece değer vereceğim ile doğrudan ilgilidir.
Telaş!
Telaş, ifadelerinizin anlamını yok edecek derecede güçlü bir duygudur. Telaş ne kadar fazla ise, anlam karşı taraf için o derece azdır. Şuna sık rastlarız; önce bir sakinleş̧, dur bir nefes al hiçbir şey anlamadım, şimdi bana yavaş̧ yavaş̧ anlatır mısın gibi. Telaş̧, karşı tarafta anlaşılma değil, karşı taraf için savaş̧ veya kaç mekanizmasını harekete geçiren bir duygudur. Telaşlıyken önceliğimiz çok dikkatli bir şekilde kelime seçmekten çok bir şeyler anlatmak ise, her şeyi daha içinden çıkılmaz hale getirebiliriz.
Seviye tespit sınavında sınıfta kalmak.
Basit bir örnek; bir çocuğa yetişkin gibi davranmak fakat onunla konuşurken çocuk gibi düşünmek lazım. Sonuç almanın tek yolu bu. Karşınızdakinin kültürel birikimi ya da kelime bilgisi sizinle aynı olmayabilir. Bunu anlamanın yolu, konu hakkındaki fikrini anlamaya çalışmaktır. Belki siz çok okuyorsunuz, müthiş̧ bir kelime hazinesine sahipsiniz, ne bileyim belki de oyun yazarısınız ama karşınızdaki öyle değil ve muhtemel olmayacak. Onun anlam verme hali ve kelimeleri, anlaşılmanız için hayati derecede önemlidir.
İçten ol.
İletişim denildiğindeaklıma gelen ilk kitap Dale Carnegie’nin Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı’dır. 150 yıldan bu yana eskimeyen, çok temel değerler üzerine kurulu altın öğretiler hala eskimemiştir. Çok az kitabı bir cümle ile özetleyebiliriz. Bu kitabın her bölümü ayrı değerdir, fakat tümü tek cümlede özetlenecek olsaydı: “İçten ol” olacaktı.
Kendine sor!
Mevlana’nın müthiş̧ özdeyişi: Eğer bir sorun olduğunu düşünüyorsan, etrafa bakma. Kaynağı sende. Kendine sor! Fakat bunu da doğru sor. Sorun nerede diye değil, nerede yanlış̧ yapıyorum, diye:)
Boş tencere çok ses çıkartır.
Uzun açıklamalar, gereksiz detaylar, sonu bağlanmayacakmış̧ gibi duran ifadeler, bağlamdan kopuk örnekler ve dolayısıyla çok kelime… Anlatım eksikliğinden kaynaklı sorunlara işaret eder. Öyle dedik ya, bu maddemiz de az olsun, öz olsun. Siz de çok olun ama öz olun, diyelim.