Bugünlerde tüm dünyanın en fazla konuştuğu konu pandeminin sebep olduğu karantina dönemi ve karantinanın hayatımıza etkileri. Peki, biz 15 Mart’tan bugüne, neler yaşadık.
Korktuk
İşe gitmeye korktuk. Evde kalmaya korktuk. İş yerleri çalışanları işten çıkartmaya başladı, korktuk. Ücretsiz izin ve maaş desteği umuduyla PTT’lerin önünde kuyruklara girdik, korkarak. Markete giderken eldiven, gözlük ve ev yapımı maskeler taktık; korkumuzdan militan gibi alışveriş yaptık ve buna zamanla alıştık.
Berlin’de yapılan kira, vergi ve maaş desteklerini duyduk. Kendimiz için korktuk. Maskemiz yoktu, markete giremedik, aç kalırız diye korktuk. Unu, makarnayı, yağı ve şekeri karıncalar gibi evimize taşıdık. Çünkü market stokları bitmese bile, bizim cebimizde para kalmaz dedik.
Şaşırdık
Eve gelince tuzlu suyla gargara yaptık, sebzeleri sirkede beklettik, işe yaramıyor muymuş, diye şaşırdık. Televizyon doktorlarının bir gün söylediği, başka günü tutmadı hangisine inanacağımızı şaşırdık. Umreden gelenler öğrenci yurtlarına yerleştirildi, içindeki öğrenciler gecenin 3’ünde 4’ünde sokağa bırakıldı, şaşırdık. O yurtlara ahır dediler, şok olduk. Karantinadan kaçtılar, yine şaşırdık.
Evden çalıştık, yıllık izinlerimiz kesildi, şaşırdık. Ücretsiz izin verildi, devletin maaş desteğine başvurulması önerildi, ama işe gelmemiz beklendi, şaşırdık. Duyurulduktan 2 saat sonra uygulanmaya başlayan sokağa çıkma yasağına sevinelim mi, yoksa o iki saatte dövülen fırıncılara, talan olan marketlerin çalışanlarına üzülelim mi, şaşırdık.
Sevindik
Doğaya sahipleri geldi dediler; yunuslar İstanbul kıyılarında, ceylanlar Manhattan sokaklarında görüldü; ağaçlar, çimenler, çiçekler gürleşti; ozon tabakası kendini onarmaya, küresel ısınma bile yavaşlamaya başladı dediler; çocuklar gibi sevindik sanki dışarı çıkınca aynı şeyleri yeniden yapıp, doğayı yeniden tahrip etmeyecekmişiz gibi. Ya da doğayı, koruma amaçlı imar planıyla, biz evimizde karantinadayken mahvedecek birileri yokmuş gibi…
Kendimize Yöneldik
Madem evdeyiz, dedi şanslı olanlarımız, hobilerimizle ilgilenelim. Yoga ve pilates yaptık. Okumadığımız kitapların hepsine başladık. İzlemek istediğimiz filmleri, dizileri bilgisayarda sekme sekme açtık. Mutfağa girdik, en meşakkatli yemekleri denedik, bazen yanıldık.
Ekmeğimizi kendimiz yaptık, yetmedi kurabiye, poğaça, börek, katmer, çörek… Uzun lafın kısası kendimizi bulmak için, sürecin başından bu güne, en az 10 kilo un yedik. Çevrimiçi seminerlere katıldık, sosyal medyada uzman isimlerin canlı yayınlarını takip ettik. Mesleğimizi destekleyecek o kursları artık internet üzerinden veriyorlardı, onlara da kayıt olduk. Puzzle yaptık, vloglar çektik. Nice koç yiğitler makyaj videosu çekti, niceleri cookies videosu.
Sıkıldık
Başladığımız kitaplar bir türlü bitemiyor, içimizde o diziye/filme başlama şevkini oluşturamıyorduk. Gecemiz, gündüzümüz, düzenimiz şaşmıştı; eğitimdi, vlogdu derken sıkılmıştık. Her gece aynı saatte açıklanan ölüm ve hasta sayıları duygusal olarak artık etkilemiyordu bile bizi. Sürecin başındaki, her şeyi birden yapma telaşımız, yerini ’30 gün oldu, hala bir şey yapamadım’lara bırakmıştı.
Psikologlar sosyal medyada bas bas bağırıyordu, kapıyla pencereyle konuşmak normal; bu süreçte kendinizi hiçbir şey yapmaya zorlamayın diye. Bizse, ne verimli eğitim alabilmiş, ne tatmin edici bir hobi gerçekleştirebilmiş, ne de ekmeğimizi sosyal medyadaki o hesap kadar kabartabilmiştik. Sıkıntıdan lise arkadaşlarımıza kadar aradık, herkesin de bizimle aynı durumda olduğunu teyit ettik.
Üzüldük
65 yaş üstüne sokağa çıkmak yasağı geldi, polisten kaçan dedelere üzüldük. İlk sokağa çıkma yasağı arifesinde, sırada elinde sadece Luppo olan adama üzüldük, dövülen fırıncıya üzüldük, ‘ulan şimdi ekmeği kim yapacak’, diye soran adamın çaresizliğiydi bizim ki, üzüldük. Yüzünde yaralar oluşan sağlık çalışanlarına üzüldük. Ataması gerçekleştiği halde yıllardır bekledikleri görevlerine başlayamayıp sevinçleri kursaklarında kalan tazecik öğretmenlere üzüldük. Daha karantinanın başlarında, dönüşü olmayan zararlara giren KOBİ’lere üzüldük. İşten çıkarılan çalışanlara, devletten sosyal yardım alamayanlara üzüldük. Süreç ilerledikçe İŞKUR’un önünde yığıldı insanlar, onlara üzüldük. İŞKUR’a başvurmaya gelen bir baba, elinde termosla sıradaydı, ‘iş bulamazsam bile çay satarım belki’, dedi kahrolduk. Yakılarının cenazesini alamayanlar oldu, üzüldük. Çok üzüldük.
Evimizde Kutlamalar Yaptık
Önce Sağlık Bakanı’nın önerisiyle her akşam saat 21.00’de sağlık çalışanlarını alkışladık balkondan, pencereden. Sonra yaklaşık bir formülü, kargocu ve market çalışanı kardeşlerimize yaptık. Balkona çıkıp hep birlikte olduğumuzu gördük sevindik. 23 Nisan’da balkonlarımızdan İstiklal Marşı’nı okuduk gurur duyduk, gözlerimiz doldu. 1 Mayıs’ta bu sefer meydanlarda değil de, balkonlardaydık ama yine hep beraberdik.
Kızdık
En başta ‘yarasa mı yenir’, diye Çin’e kızdık. Hindistan’da sokağa çıkanları copla dövüyorlarmış, kızdık. Ama bir ara, kabul edelim, hepimiz ‘acaba mı?’, diye düşündük. Covid19 testi pozitif çıkınca, karantinadan önce, cemaatten helallik almaya gidenlerimiz oldu ve onlara çok kızgındık. Marketler yüksek ücretlere maske satmaya çalıştı, eczaneler stok yaptı, onlara kızdık. Maskelere ulaşmak tam bir muammaydı, o süreci baştan sona kızgınlıkla takip ettik. Kahvehaneleri kapattılar kızdık. Ama kimse okey oynanmamıza engel olamazdı kahvenin altına tüneler kazdık, polisten kaçabilmek için. Güzellik merkezlerini kapattılar, şehirlerin giriş çıkışlarını kapattılar, düğünleri iptal ettiler, parklar ve sahiller yasak dediler, kızdık. Üniversite sınavını bir ileri bir geri aldılar, kızdık.
Kendi Gerçeklerimizle Yüzleşmekten Kaçtık
Teoman’ın da dediği gibi, hiç özlememişiz kendimizi. Belki de alışık olmadığımız için, kendimizle baş başa kalmaktan hep kaçtık. Boşluk oluşur oluşmaz hemen bir müzik, bir podcast, bir videoyla doldurduk kafamızı. Yalnız kalmak istemedik; ya telefonla, ya görüntülü en az birkaç kişiyle konuştuk. Rahatsız olduk haksızlıktan, sürecin adaletsiz yaklaşımından ama sormadık kendimize neden, diye. Bir gün muhakkak bitecekti bu durum ya da bununla yaşamayı da öğrenecektik ama o zaman gelip çattığında ne olacaktı soramadık korkumuzdan kendimize.
Dayanıştık
Tatlı komşu Ayşe teyze, emekli Salih öğretmen ve niceleri, dışarıya çıkamıyorlardı, alışverişlerini yaptık. Sağlık çalışanı yakınlarımıza, komşularımıza sosyal mesafemize dikkat ederek dolmalar, börekler götürdük. Günü geldi, sosyal mesafe çubuklarımızla halay çektik birbirimizin yanında olduk. Kargomuzu getiren işçi kardeşimiz için bir teşekkür notu bıraktık. Önce İstanbul’da sonra İzmir’de faturalarını ödeyemeyen yurttaşlar için, su/gaz/elektrik şirketleri alamamazlık edemediler, ama askıda fatura süreci başladı, o faturaları beraber ödedik. Her ne olursa olsun birbirimizden vazgeçmedik, çünkü içten içe bu bizi kurtaracak olanın yalnız azmimiz ve istikrarımız olacağını biliyorduk, biliyoruz.