UEFA Kupası ya da UEFA Avrupa Ligi, 1971 yılından beri düzenlenen, Avrupa’nın kulüpler bazında UEFA Şampiyonlar Ligi’nden sonra, en önemli futbol turnuvasıdır.
UEFA Kupası’na katılan ilk Türk takımı, şu anda PTT 1. Lig’de yer alan Altay Kulübü’dür. Bu kupayı ülkemize getiren ilk takım ise, Galatasaray’dır.
Galatasaray’ın UEFA Kupası’na Katılışı
Bugün bilinenin aksine, o zamanlar takımlar grup eşleşmeleriyle değil, altı eleme turundan sonra çeyrek finale katılma şansını yakalardı.
Galatasaray, 1998-1999 sezonu lig şampiyonu olduğu için üçüncü turdan kuralara girme şansı kazanmıştı.
Galatasaray-Bologna
Kuralar çekildiğinde rakip, İtalya ekiplerinden Bologna’ydı. Galatasaray, bu maç için İtalya’ya gitmişti ve maça santra ile temsilcimiz başlamıştı.
Tüm Türkiye birlikte, tek temsilcimizin arkasında omuz omuza duruyordu.
Maça temkinli başlayan Galatasaray, 8. dakikada Popescu’nun uzaklaştıramadığı atak ve Sıgnori’nin önünde kalan topla yüreğimizi ağzımıza getirmiş ancak top, deneyimli kaleci Taffarel’de kalıp bizi rahatlatmıştı.
Bu atağı sıkıntısız atlatan temsilcimiz, topu tekrar ayağında tutmaya başladı ve 17 .dakikada bir taç atışı kazandı. Uzun atılan taç atışı, ceza sahasının dışına uzaklaştırılırken Emre orada belirerek şutunu kaleye gönderdi. Defanstan seken top kaleciyi şaşırtmış olsa da, tehlikeyi sezen kaleci topu farkederek topun sahibi oldu.
O pozisyondan sonra kalemizde kornerler, karamboller, taçlar ve tehlikeli ataklar yaşanmış olsa da, hem Bologna’nın şanssızlığı hem de temsilcimizin çabaları ile bu ataklar da sıkıntısız olarak ekarte edilmişti.
İlk yarının sonuna yaklaşılırken 5 dakika 2 gol pozisyonundan yararlanamayarak ilk yarıyı 0-0 eşitlikle kapatmıştık.
Heyecanlı maçın ikinci yarısı başladığında, iki takım da pozisyon bulmak istiyor fakat etkili olamıyordu.
Dakikalar 68’i gösterdiğinde taç atışı kazanan Bologna, ceza sahasına uzun kullanarak etki yaratmak istedi. Kafa vuruşuyla topu uzaklaştırma çabasında olan Ahmet Yıldırım’ın topu, ceza sahasında Sıgnori’nin önünde kaldı ve top ağlarda…
İtalyan büyük sevinç içindeydi ve hala maçı kendi elinde götürmeye devam ediyordu.
Dakika 83 olmuş ve kendi yarı sahamızdan paslarla sindire sindire ileri çıkıyorduk. Sol kanattan Emre atak yönünü değiştirerek sağa doğru uzun bir top attı ve Ümit sakince topu kontrol edip içeriye baktıktan sonra, falsolu bir orta yaptı ve ceza sahasında yükselen Hakan’ın vuruşuyla golü bulmuştuk. Ve futbolcularımız adeta çılgına dönmüştü.
Bu sefer sevinme sırası deplasman tribününde takımını yalnız bırakmayan aslanlardaydı.
Deplasmanda attığı golle avantajlı durumda bulunan temsilcimiz son dakikalarda sakin oynayarak maçı bitirdi.
Kendi sahamıza bekliyorduk artık Bologna’yı.
İtalyan basını, devirmeye gidiyoruz gibi sözlerle Türkiye’ye geldi. Fakat basının aksine, futbolcular Ali Sami Yen’i gördüklerinde gözlerine inanamadılar. Maç sabahı gazete manşetlerinde ‘Pençele Aslanım’ yazıları bizleri daha da coşku içine sokuyordu.
Maç başladığında topa sahip olan taraf bizdik. 5. dakikaya girilirken Okan ve Ümit’in güzel verkaçıyla atağa hız kazandıran Cimbom, Okan’ın ortasından Hasan Şaş’ın sakince vuruşuyla öne geçiyor ve tur için emin adımlarla ilerliyordu.
Golden hemen sonra işler pek de yolunda gitmedi. Atağı uzaklaştırdığını sanan Galatasaray savunması, öne çıktığı zaman gerilerden atılan kafa pasıyla ceza sahasında kaleciyle karşı karşıya kalan Ventola skora dengeyi getirdi. Onlar da tur şansını devam ettirmek için savaşıyoruz mesajını vermişti. Maçta dakikalar ilerlerken orta sahada topu kazanan Emre, kıvrak zekasıyla kimsenin görmediği yerde boşa kaçan Ümit Davala’ya muazzam bir orta açtı ve bu güzel pasa yazık etmeyerek ağlara topu gönderen Ümit, bu golle maçın da skorunu belirlemiş oldu.
Böylece Galatasaray UEFA Kupası’nda dördüncü tura çıkmıştı.
Galatasaray-Borussia Dortmund
Kuralar çekildiğinde, beklemediğimiz bir şekilde Alman Panzeri Borussia Dortmund ile eşleşmiştik. Fakat gözümüz hiç de korkmuyordu, çünkü yolumuza devam ederek tarih yazmak istiyorduk.
Maç günü geldiğinde işler yolunda gitmişti. Rakibimiz Dortmund’un 6 oyuncusu eksikti. Ve bir de sürpriz vardı. Dönemin yöneticisi Mehmet Cansun’un da anlattığı gibi, gurbetçi taraftarlarımız, kombinesi olan taraftarlardan 2-3 misli daha fazla para vererek bir maçlığına sahadaki yerini almıştı. Sahanın 4’de 3’ü bizim taraftarlarımızdan oluşmaktaydı. Bu da, sadece kağıt üzerinde deplasmanda oynadığımız anlamına geliyordu.
Taraftarı da arkasına alarak maça başlayan Galatasaray, ipleri elinde tutuyordu ve her seferinde daha tehlikeli ataklar yapıyordu.
Otuz ikinci dakikada, içeride sadece Hakan vardı ve top, sol kanatta Arif’deydi. Arif ortasını yaptı, Hakan topu önüne aldı, şut ve goool! Tribünde meşaleler yandı, bayraklar açıldı ve ilk gol kutlanmaya başlandı. Oynayışımıza bakılırsa bu maçta bizimdi.
Golden henüz az zaman geçmişti ki, dakikalar 38 iken, sol kanatta Arif tekrar topla buluştu, eksik yakalanan savunmanın arasından Okan’a pasını verdi. Okan hızını konuşturarak topa dokundu fakat kalecinin müdahalesiyle yerde kalıp penaltı beklentisi içine girdi. Ancak hakemin kararı, hakemi aldatma olarak Okan’a sarı kart oldu.
Maçın dengesini bozmaya çalışan Dortmund, 42. dakikada serbest vuruş kazanarak golü bulmak istiyordu. Uzak bir noktadan sert bir şut kalemize geldi, ancak Taffarel tek hamlede topu kucakladı. İlk yarıdaki tek tehlikeli atağı bu oldu Dortmund’un. İlk yarı bitmek üzereyken orta sahadan topla buluşan futbolcumuz Hagi idi. Güzel çalımlarıyla ilerleyen Hagi, ceza sahasında şık bir vuruşla kalecinin üstünden golü buldu ve durum artık 2-0 olmuştu.
İkinci yarıda skoru artırma çabalarına giren Galatasaray, ne yazık ki 2-0’lık bir skorla yetinmek zorunda kaldı. Kendi evinde, sahayı zindan ettiğimiz Dortmund’u ilk maçta mağlup etmeyi başarabilmiştik.
İkinci maç günü gelmişti ve turu garantilemek adına baskıyı azaltmamamız gerekiyordu. Maça başlandığında Dortmund pek de turu geçmek ister gibi oynamıyordu. Galatasaray ataklarına devam ediyordu, fakat kaleci Lehmann kalesini gole kapatmış ve tehlikeli atakları bir bir önlemeye devam etmişti. Bu maç 0-0 bitti.
Maçta gol bulamamamızın diğer bir nedeni ise, hakemdi diyebiliriz. Ceza sahasında Hagi’nin bileğine yapılan müdahaleye ve orta sahada top kazanmak için ikili mücadeleye giren Bülent’e Reina’nın dirsek ile müdahalesine hakemin aleyhimize kararlar vermesi de etkili oldu. Fakat biz yine de turu atlamıştık ve artık çeyrek finalindeydik. İşte, tarih böyle yazılır diyerekten yolumuza devam ediyorduk.
Galatasaray-Mallorca
Dördüncü turda, Alman Panzeri’nden sonra karşımıza İspanyol Boğası Mallorca gelmişti.
Hedef belliydi: Buradan sonra bırakmak olmaz! Fatih Terim’in öğrencileri herkesi ezip geçiyordu, dur durak bilmiyordu.
İlk maçımız yine deplasmandaydı. Turnuva başından beri her maçta olduğu gibi, yine topla oynamamızı sürdürüyorduk ancak diğer maçların aksine, o gün hem uzaktan şutlar çekiyor hem kaleciyi yoruyor hem de rakibin gözünü korkutuyorduk. İlk yarım saatte Mallorca sadece bir kere etkili olabildi. O şutunda da top, reklam panolarına gitti.
Dakikalar 43’ü gösteriyordu, İspanyollar gol yememeye yeminli gelmişlerdi adeta. Orta sahadan kazandığımız top, ilerdeki forvetimize atılmıştı. Orada Hakan ve Arif’in 2 kez verkaç yapıp sonunda Arif’in aşırtma vuruşuyla golü bulan Cimbom, ilk yarıyı özgüven ve moral ile tamamlamıştı.
İkinci yarı başladığında top yine bizdeydi. Emre’nin sola Hagi’yle oynaması sonucunda atak başlamıştı. Hagi’nin ortasında Hakan ceza sahası dışında Emre’yi gördü ve yine şık bir aşırtma vuruşla 2-0 öne geçtik.
Kaleciyi 2 kez önde yakalayan Galatasaray affetmiyor ve skoru git gide arttırmaya devam ediyordu. Maç o golden sonra biraz sakinlemiş olsa da, hiç beklenmedik bir anda Bülent’in orta saha gerisinden attığı uzun top defansında hata yapıp kayıp düşmesi sonucunda Hakan tarafından 3. aşırtma golünü bulmuştuk ve artık, duracağa benzemiyorduk.
Dakikalar ilerlerken defanstan Ergün Penbe’nin Arif’e pas attı. Arif orta sahadan topu sürerek götürdü, araya kaçan Okan’a zarif bir pas ve Okan kaleciyi çalımladı ve yine rüzgar gibi gelen Arif’in asisti ve zeki Okan’ın vuruşu: Skor 4-0.
Yetmiş yedinci dakikada korner kazanan Mallorca karambol sonucunda Lauren ile golü bulduğunda, maçın skoru belli olmuştu.
4-1 biten maçta anladığımız tek bir şey vardı biz yarı finali garantilemiştik.
Mallorca ümitsiz bir şekilde İstanbul’a varmıştı. Bir tarafta maça temkinli başlayan Galatasaray, diğer tarafta ise sadece maça çıkmış olan, savaşmayan Mallorca duruyordu. Evimizdeki maç gayet kolay olmuştu. 33. dakikada Hagi’nin sağ kanattan kullandığı serbest vuruş Capone’nin kramponlarıyla buluşmuş ve bu durum bizi iyice rahatlatmıştı. İlk yarı devam ederken farkı daha fazla açma fırsatı bulmuştuk. Fakat Hakan 2 kez boş kaleyi kaçırarak bizi hayal kırıklığına uğratmıştı. İkinci yarı başladığında ise, Hakan boş kaleye 46. dakikada golü atarak kendini affettirmişti. Dakikalar 63 olmuştu, ilk maçta olduğu gibi sağ kanattan gelen Mallorca atağı ve bir gol daha.
Mallorca, iki maçın da skorunu belirleyen taraf olmuştu, fakat kazanan onlar değil bizdik. Adım adım tarih yazmaya gidiyorduk.
Galatasaray-Leeds United
Yarı final eşleşmeleri belli olmuşu: Arsenal-Lens, Galatasaray-Leeds United.
Finale ulaşmamıza son bir adım kalmıştı ve gerçekten inanmıştık, gerçekten şampiyon olmak istiyorduk.
İlk maç İstanbul’daydı. Almanya’da, İspanya’da dahi yalnız bırakmayan taraftar yine yerindeydi ve gönülleri Galatasaray’a bağlıydı.
İlk vuruştan itibaren maça atak yaparak başlayan Galatasaray, 9 dakika boyunca ataklarını bir an olsun durdurmamış, uzaktan şutlarla kaleyi tehdit etmişti.
Hagi’nin sol kanatta Arif’e attığı ara pasıyla başlayan atak Hakan’ın kafa vuruşuyla gol olarak sonuçlanıyor ve emeğimizin karşılığını almaya başlıyorduk. O golden sonra işler değişti. Artık Leeds de bastırmaya başlamıştı ve her iki takım da karşılıklı olarak neredeyse her 5 dakikada bir ataklarını heba ediyordu. Ta ki dakika 45’e kadar. O dakikada orta sahanın yakınlarında serbest vuruş kazanan Galatasaray, ceza sahasını kalabalıklaştırmıştı. Ergün hedefi olan Hakan’a doğru ortaladı, fakat onu aşan top Capone’nin önünde kaldı. Topu kontrol eden oyuncumuz top karambole kalmadan hızlıca davranarak takımı rahatlatan golü hanemize yazdırdı.
Ali Sami Yen’i sadece Galatasaraylılar değil her takım taraftarı omuz omuza, adeta yıkıyordu. Tüm Türkiye’nin kalbi sadece Galatasaray için çarpıyordu.
İkinci yarı başladığında atak yiyen Galatasaray, taktiksel değişikliklere giderek skoru korumayı başardı ve ilk maçın skoru 2-0 oldu.
Arsenal-Lens maçı ise, Arsenal’ın 1-0 üstünlüğüyle son bulmuştu ve hiçbir şey belli değildi. Artık Galatasaray ve Galatasaray taraftarı İngiltere’de savaş verecekti.
Ve ikinci maç başlamıştı. Galatasaray yine topa hakim olarak başladı. Maçın 5. dakikasına girilirken Hakan’a atılan ara pasında kalecinin müdahalesiyle yerde kalan Hakan, Galatasaray’a penaltı kazandırdı. Topun başına Hagi geçti ve kalecinin köşeyi tahmin etmesine rağmen topu ağlarla buluşturmayı başararak 1-0 öne geçiren golü kaydetti.
O sene duran toplarda dikkatsiz olduğumuz çok belliymiş, çünkü dakika 15 olduğunda köşe vuruşundan açılan orta ile Eirik Bakke topu ağlarımıza göndererek skoru eşitledi. İlk yarı bu skorla bitecek derken Hagi’nin ara pasında Hakan bir kez daha topu sağına çekerek ağlarla buluşturdu.
Golden sonra maçın dengesi bozuldu. Galatasaray savunması topu uzaklaştırırken Kewell’in sert müdahalesinden sonra Leeds sahada 10 kişi kaldı. Dakikalar 45’i gösterirken Leeds’in atağını engellemek için baskımızı artırıp 2 kişi ile baskıya giderken dozunu kaçıran Emre de kırmızı kart görerek sayısal anlamda oyuna düzeni getirdi.
İkinci yarı, iki takım için de sakin geçerken 67. dakikada bir kez daha korner vuruşu kazanan Leeds takımı ilk yarıdaki olduğu gibi, Wilcox’un asisti ve Bakke’nin golüyle maçta son golü buldu.
90 dakika 2-2 biterken toplam skorla Galatasaray’ımız gururla finale çıktı. Son bir adım kaldığında başarabileceğimize herkes inanıyordu.
Ve artık finaldeyiz!
Rakibimiz, İngiliz temsilcisi Arsenal. O zamanlar çok geniş kadroya sahip olan Arsenal, İngiliz futboluna yeni şeyler katarak ve her türlü oyun stiline ayak uydurarak oynayabiliyordu.
Tarihler 17 Mayıs 2000’i gösterirken tüm Türkiye’de hayat durmuş, herkes işini gücünü bırakmış ve sadece maça odaklanmıştı.
Maç Danimarka’nın başkenti Kopenhag şehrinde oynanacaktı. Futbolcular sahaya çıktı, hazırlıklarını yaptı, spikerler hazırlıklarını yaptı ve tüm Türkiye ekran başına kilitlenip tek yürek oldu.
Maça Arsenal başlamıştı. İki takım da birbirini yordu, fakat ilk yarıda bir sonuca ulaşamadı. Süre azaldıkça heyecan artıyordu, spiker heyecandan maça yorumunu değil, duygusunu katıyordu.
İlk yarıda, 60’larda 3 golümüz var diyerek tahmin yürütmüştü fakat ikinci yarıda da denge bozulmayacaktı. Fakat tek bir sorunumuz olacaktı: İkili mücadeleye giren Hagi, rakibinin kendisine dirsek attıktan sonra kendisinin de karşılık vermesi sonucunda kırmızı kartı görecek ve bizi sahada 10 kişi bırakacaktı.
Uzatmalara sakin başlandı. Fakat uzatmaların ikinci yarısında golleri zor da olsa, önlemeyi başardık. Hakem 120 dakikanın sonunda düdüğünü çalarak maçın penaltılarla devam edeceğini belirtti. İlk penaltıyı Galatasaray kullanacaktı ve topun başında Ergün vardı.
Ergün, Ergün geliyor Ergün ve 1-0. Rakibin ilk penaltısı için Suker topun gerisindeydi. Suker geliyor, Taffarel dikkatli ve direkten çıkıyor sözlerini söylerken spikerimizin bile sesi kısılmış ama bu sevince gurura değeceğini o da biliyordu.
Arsenal ilk penaltısını kaçırdıktan sonra topun başına Hakan geçti ve sakin bir vuruşla topu ağlara gönderdi. Arsenal’in ikinci penaltısını kullanmak için Parlour topun başına geldi. Taffarel’i ters köşe yaparak skoru 2-1 getirdi. Gitgide son yaklaşıyordu ve avantajımız yüksekti.
Üçüncü penaltımız için Ümit gerilerek avantajımızı sürdürmeye devam etti. Arsenal oyuncusu Vieria topu üst direğe nişanlayarak bize kupanın bir parçasını kendi elleriyle vermişti bile.
Eğer dördüncü penaltıyı atarsak kupa bizim olacaktı. O dönemin spikerinin sunumuna göre; “Popescu hadi oğlum, hadi oğlum” sözlerinden sonra, top ağlarla buluşmuş ve spikerimiz gözyaşlarını tutamamıştı. Danimarka tek ses olmuştu varsa yoksa Cimbombom.
Ve böylece ülkemize dünyanın en değerli kupalarından biri gelmişti.
Harika bir iş çıkaran Galatasaray, o dönem oynanacak UEFA Super Cup yani Şampiyonlar Ligi şampiyonuyla bir kupa için daha savaşacaktı.
Galatasaray-Real Madrid
UEFA Super Cup’ta rakibimiz, diğer rakiplerden daha zorlu olan, o sene dünyanın en iyisi olmayı başarmış bir takımdı: Real Madrid.
O gün iki şampiyonun mücadelesini izleyecektik.
Maç başladı ve iki takım da çok temkinliydi Erken dakikalardan serbest vuruş kazandık. Hagi’nin uzaktan sert şutunu ünlü kaleci Casillas şık bir şekilde çıkardı. Dakikalar ilerlerken ceza sahasında Hakan yerde kaldı ve yine spikerin anlatımıyla “işte penaltı, bunun adı pen-al-tı”. 41. dakika ve topun gerisinde Jardel. Casillas dikkatliydi, fakat Jardel terse yatırarak durumu 1-0’a getirmeyi başardı. Böylece ilk yarının da skorunu belirlemiş oldu.
İkinci yarıya gol umuduyla başlayan Madrid ataklarını uzaktan şutlarla Carlos, Raul gibi başarılı ayaklara sahip futbolcularla deniyor, ancak Taffarel geçit vermiyordu. Ataklarını sıklaştıran Madrid 79. dakikada sol kanattan Salvio ile gelmiş, Suat ortayı önlemek isterken eliyle oynamış ve aynı penaltı noktasından bir penaltı da rakibimizin olmuştu. Topun başına deneyimli futbolcu Raul geçti. Sol üst köşeye vurarak golü buldu. Taffarel’in köşeyi bilmesi bir işe yaramadı, çünkü havadan ve oldukça sert bir vuruştu. Artık skor tabelasında maç 1-1’i gösteriyordu.
O dakikadan sonra tek etkili atak Figo’nun direkten dönen topu olmuştu ve şansımızı kullanarak o pozisyonu atlatıp maçı uzatmalara götürmüştük. Uzatmaların ilk 15 dakikasına başlanırken topa hükmeden taraf bizdik. Madrid takımı adeta büyülemişti. Dakikalar 103’tü ilk yarının bitmesine, normal süreye göre son 2 dakika kalmıştı. Fatih orta sahadan kazandığı topu sürerek geldi, uzaktan şutunu attı, ceza sahası içinde şuta bir kez de şut çekerek dokunan Jardel maçın ve kendisinin ikinci golünü attı ve artık o golden sonra etkili ataklar olmayınca 120 dakika sonunda, kupayı yine uzatmalarda kazanmıştık.
Son olarak; artık iki adet gurur duyacağımız ve yıllarca konuşacağımız “Bizim UEFA kupamız var” diyerek, hem ironi yapıp hem de gerçekten tüm Türkiye’nin övüneceği kupalara sahip olmuştuk. Ülkemize böyle nice başarıların gelmesini ve bir daha yarı finalden kupa kaybetmemeyi temenni ediyoruz. İlerleyen zamanlarda bu gururun devam etmesini istiyoruz.
Galatasaray için son bir söz; “Tarihleri tarih yazar tarihi de Galatasaray.” Bütün futbolculara ve yönetime bu gurur için teşekkür ediyoruz.