Pieter Bruegel Kimdir?
Pieter Bruegel, Rönesans’ın kapsamlı bir değişiminin görüldüğü Batı Avrupa’da doğar. 1525 yılında Hollanda’da dünyaya gelen Bruegel’in doğumundan sekiz yıl önce, Martin Luther meşhur “doksan beş tezini” yaratarak Almanya’da Protestan reformunu başlatır. Öte yandan Michelangelo ve Leonardo Da Vinci gibi sanatçılar İtalya’da yüksek Rönesans döneminin sonundadır. Bu gelişmeler Bruegel’in yaşamını da doğrudan etkiler. Sanat yaşamı boyunca birçok konuda yapıt üretir. Köy yaşamından manzaralar, dini konular, şeytanla ilgili tasvirler ve figürün detay olduğu kuzey manzaraları bunlar arasındadır.
Kimileri onun bir köylü olduğunu iddia eder. Hatta “Brueghel” olan soy ismindeki h harfini attığından bahsedilir. Bunun da köylülerin eğlencesine katılmak için bir çeşit kılık değiştirme operasyonu olduğu söylenir. Bir süre sonra da Flaman köylüsü gibi görünmeye başlandığından bahsedilir. Aile geçmişi hakkında bilinen fazla bir şey olmasa da, eserlerinin entelektüel içeriğini vurgulayanlar “zamanının yüksek eğitimli ve derin bir şahsiyet olduğunu” söylerler.
Sanat Hayatı
Sanat hayatına Flaman ressam Pieter Coecke van Aeist’in atölyesinde başlar. Ustasının 6 Aralık 1550 yılında ölmesi üzerine, 1551’de Antwerp’te Aziz Luke Loncasına kabul edilip burada devam eder. Lonca, ilk siparişini alacağı yerdir. Bruegel buradan 1552’de ayrılır.
İlk olarak Lyon’a gider ve devamında Sicilya ve Palermo’da kalır. Bir sene sonra da Kuzeye yönelir. Kendisini önce Napoli, sonra Roma’da bulur. Bu dönemde Hırvat minyatür sanatçısı Giulio Clovio ile birlikte çalışır. 1554 yılına kadar İtalya’da kalan Bruegel, burada gördüğü manzara resimlerini hafızasına kazır. Özellikle Alp Dağları, resimlerinde tekrar canlanır.
1555-1561 arasında Antwerp’e döner. Aux Quatre Vents Yayınevi’nde çalışan Bruegel, bu dönemi oldukça üretken geçirir. Aralarında Yedi Ölümcül Günah, Halk Adamı ve Simyager gibi eserlerin de olduğu 40’ı aşkın çizimler yapar. Bu dönemde, maddi bir gelir kaynağı da oluşturur.
1563’e gelindiğinde, ilk ustası Pieter Coecke van Aeist’in kızı Mayke ile evlenmek üzere Brüksel’e gider ve bu şehre yerleşir. Burada zengin ve entelektüel koleksiyoncular için ürettiği eserler ile ömrünün son yedi yılını geçirir. Koleksiyoncular arasında Mechelen Başpiskoposu, Parma Düşesi, Margaret’ın Danışmanı gibi dönemin önemli kişileri yer alır. Ancak döneminin ünlü şahsiyetlerinin eserlerini alması Bruegel’in bazı politik resimlerini de ölmeden önce yaktırmasına sebebiyet verir. Çünkü o dönem, Alva Dükü Brüksel’e gelmiştir ve İspanya Engizisyonu ve İspanya Katolik valileri tarafından, Protestan halk uzun süre zulüm görmüştür. Bruegel ise bu dönemde, hem Protestanlara hem de Katoliklere aynı mesafede durmayı tercih etmiştir. Eserlerinin yaktırması da Van Mander’in Schilder-Boeck adlı kitabında yer alan şu sözlerde belirgindir:
“Alışılmışın dışında sembolik konular icat ederek yaptığı eserleri ölüm döşeğinde eşine yaktırtmıştır; çünkü bunlar iğneleyici ve alaycıdır ve günün birinde eşinin bunlarla ilgili hesap vermesinden endişe etmiştir.”
9 Eylül 1569’da genç denilebilecek bir yaşta hayata gözlerini yuman Bruegel, Kapellekerk’e gömülür.
Bruegel’in Bazı Resimlerinin İncelenmesi
Avcıların Dönüşü
Pieter Bruegel, bu Kuzey Rönesans resmini, Antwerp’in zengin tüccarı Nicolaaes Jonghelinck’in siparişiyle yapıyor. Mevsim geçişleriyle ilgili olan resimde, ön sol tarafta üç avcı ellerinde mızraklar, arkalarında köpekler ve başları eğik bir şekilde avdan dönüyor. Başlarının öne eğik olması ve sadece birinin sırtında avlanan bir canlı olması avın başarısız geçtiğini ve morallerin bozuk olduğunu gösteriyor.
Avcıların daha solunda ise, bir evin ya da hanın önünde ateş yakan kadınlar ve masa taşıyan bir adam var. Bu ısınmak için değil de, bir eğlence hazırlığı gibi ya da ziyafet öncesi koşturmacası da denebilir.
Resmin hemen sağ altında iki kadın donmuş deredeler. Öndeki kadın arkadakini kızakla çekiyor. Sollarında kalan adam ağacın üzerine konmuş kuşu avlamaya çalışıyor. İleride köprünün üzerinden çalı çırpı taşıyan bir kadın geçiyor. Yapraksız kuru dallar iç içe geçmiş durumda ve üzerinde kuşlar var. Bruegel burada, kış ambiyansını güçlendirmeye çalışmış.
Ortadaki düzlüğe baktığımızda buz tutan gölün üzerinde oynayan insanları görüyoruz. Kayanlar, düşenler… Tam bir panayır alanı. Uzak tarafta nehrin menderesleri boyunca uzanan etekleri düz. İlerideki dağların etekleri aslında Bruegel’in İtalya yolculuğundan aklında kalan Alp Dağları’nı resmine konu ettiğinin göstergesi. Çünkü Bruegel’in kaldığı yerde bu dağlardan yok. Sadece bu durum bile Bruegel sanatının harika bir özeti.
Köylü Düğünü
Bruegel’in ayrıntılarla dolu resmi…
Geniş katılımlı yemekli bir köy düğünü. Bir ahırdayız ya da bir köylünün bahçesindeki harman katta. Hemen solumuzda bir adam şarap testisini dolduruyor. Adamın önündeki kırmızı şapkalı küçük bir çocuk hevesle tabakların diplerini sıyırıyor. Çocuğun hemen önündeki iki kişi arkalı önlü bir şekilde tahta masanın üzerindeki yemekleri taşıyor. Öndeki kırmızı kıyafetli taşıyıcının şapkasına dikkat ettiğimizde şapkayla bağlı bir kaşık olduğunu görüyoruz. Bu da dönemi anlatan bir figür.
O dönem, serfliğin kalkmasından dolayı topraksız köylülerin arttığı bir dönem. Dolayısıyla bu topraksız köylüler mevsimlik işçi konumundalar. Belli bir aileleri yok ve devamlı seyahat halindeler. Öndeki taşıyıcının soluna baktığımızda, masanın başına geçmiş kişinin o yemeklerden birini almaya çalıştığını görüyoruz. Aynı kişi diğer eliyle de az önce aldığını masaya uzatıyor. Anlaşılan o ki servis işi bu kırmızı başlıklı adamda.
Düğüne katılanlar geniş bir masanın etrafına oturmuş bir yandan yemek yiyor bir yandan eğleniyorlar. Masanın diğer ucuna baktığımızda gözümüze bir kapı ve içeri giren insanlar ilişiyor. Düğüne misafirler gelmeye devam ediyor.
Resmin hemen hemen ortasında yeşil bir örtünün altında yer alan gelini görüyoruz. Ellerini birleştirmiş ve yüzünde tatlı bir gülümseme var. Gelinin bize göre sağ tarafında annesi ve hemen yanında özel bir sandalyeye oturmuş, şık giyinmiş babası misafirlere bakıyorlar.
16. yüzyıl Flaman geleneklerine göre, düğün günü gelinin günü olarak kabul edildiğinden gözlerimiz damadı arasa da bulamaz gibi duruyor. Masanın bize göre sol tarafında ayakta ve elinde gayda olan bir müzisyen yiyeceklere bakıyor. Yanındaki müzisyende ise, bir süngü var. Yine o dönemlerde müzisyenler gezgin oldukları için güvenlik amaçlı taşınıyor bu süngüler. Masanın sağ başında siyah şapkalı bir din görevlisi yanındakiyle koyu bir sohbette.
Resim her anlamda bizi köylü bir çiftin düğün şölenine sokmuş durumda. Bu da Bruegel’in köylülerin güncel hayatlarını yakalamadaki yeteneğini gösteriyor.
Hasat Zamanı
Bruegel’in olup bitenlere hakim olduğu bir başka resim. Kuzey Rönesans sanatçısının bu resmi, ağacın dibinde yatan bir kişiyle karşılıyor bizi. Yorgunluktan uyuyakalmış bir işçi bu. Onun hemen sağında kalabalık sayılabilecek bir grup yemek yiyor. Açık hava çalışmanın zorluğunu göstermeye çalışmış burada Bruegel. Bunu su kaybını gidermek için en köşede oturan kırmızı üstlü kişinin testiyi ağzına dayamasından anlıyoruz. Tabi ki sofrada içilen çorbalar kırsal bölgenin vazgeçilmezidir ve genellikle iç ferahlatsın diye soğuk içilir. Yaşlı bir kişi ise, sepetin içinde bulunan ekmeği kesiyor.
Az ileride bir kadın ekinleri toplamaya çalışırken kadının çok az ilerisinde bulunan adam ise, topladığı ekinleri bağlıyor. Kadının, adamın ve en uçtaki kişinin bedenlerine bakınca, Bruegel’in anatomik detayları hassas bir şekilde çizdiğini anlıyoruz.
Resmin bize göre sol tarafına baktığımızda, iki kişi çalışıyor. Bu kişilerin biraz ilerisinde bulunan bıldırcın ekinlerin arasından uçarak uzaklaşıyor. Tarlanın tam ortasından elinde testisiyle su getiren birini görüyoruz. Muhtemelen o da mola vermiş ve kalabalığın arasına karışmak üzere.
Resmin uçlarına baktığımızda ise, sağ köşede kalmış bir kiliseyi sol tarafta ise denizi görüyoruz. Hatta denizin biraz gerisindeki yeşil alanda da toplanan bir kalabalık söz konusu. Sarının, yeşilin ve yer yer mavinin canlandırıldığı yine bir mevsim geçişi. Her ayrıntısıyla hassas bir çalışma.
Babil Kulesi
Bruegel’in bir diğer önemli resmi, Tevrat’ta da bahsi geçen Babil Kulesi. Babil, İbranice “kargaşa” gibi bir manaya geliyor. Sümer dilinde ise, “Tanrı Kapısı” anlamına geliyor. Babil Kulesi asırlar önce Tanrı’ya ulaşmak maksadıyla Kral Nemrut tarafından yaptırılır. Fakat bitirilemeden yıkılır. Bu durum Tevrat’a göre Tanrı’nın gazabıdır ve Babil’de o günden sonra çok şey değişir. Bruegel de bu kuleyi ölümsüzleştirmek için sanatına konu eder. Hatta İtalya ziyaretinden çok fazla etkilendiği için de kuleyi daha çok Roma’da bulunan Kollezyum’a benzetir.
Resmin tam ortasında büyük bir inşaatın yükseldiği görülmekte. Yedi kat çıkılmış ve kulenin üstü bulutlara ulaşmış durumda. Yedi kat çıkılması önemli. Çünkü asırlar önce yapılan Babil Kulesi’nde katların aşağıdan yukarıya doğru taş, ateş, bitki, hayvan, insan, gökyüzü ve melekleri sembolize ettiği söylenir. Muhtemelen bu bilgiyi bilen Bruegel, resminde bu detaya yer veriyor. Kulenin temeli sağlam gözüküyor, fakat sola doğru da hafiften eğilmiş durumda. Aslında burada Bruegel bir çeşit ironi yapıyor. Kule bir taraftan yapılırken diğer taraftan çöküyor, ancak onlar bunun farkında değil.
Bize göre sol altta muhtemelen Kral Nemrut’u temsil eden bir kral taş ustalarını denetliyor. Kralın arkasında bulunan bir grup usta ise büyük taşları kalıplar halinde kesmişler. Kralın hemen önlerinde oluşu da onları karınca misali harıl harıl çalışmaya iten bir diğer mesele olsa gerek. Sağ tarafta ise, sandallardaki ya da gemilerdeki malzemeler kuleye taşınıyor. Yandaki şatoların Babil Kulesi’nin yanında küçük kalışı ise kuleye verilen önemin güçlü anlatımı.
En ince ayrıntısına kadar her şeyi ilmek ilmek işleyen Bruegel’e selam olsun!
Flemenk Atasözleri
Flemenk atasözlerinden oluşan sıra dışı bir yöntemle oluşturulmuş bir Pieter Bruegel resmi.
Resmin her karesi ışıl ışıl. Her figür farklı anlamlar içeriyor. İçinde onlarca atasözü ve deyim var. Bruegel’in köy yaşantısını sevmesinin de bir ürünü diyebiliriz bu resme. Çünkü Bruegel köy yaşantısında yaptığı müthiş gözlemiyle, bu eserde köylülerin yaptığı sakarlıklarla ya da aptallıklarla dalga geçiyor.
Resme genel bir bakış attığımızda 16. yüzyıl Flaman sahil köyünün olduğunu anlıyoruz. Resmin bize göre sol üst tarafındaki çatı, turtalarla kaplı. Bunun anlamı, köyün bir “aptallar cenneti” olduğunun belirtilmesi. Resmin yine bize göre sol altında yer alan, kafasını duvara vuran bir adam var. Adama dikkatli bakarsak bir ayağının çıplak diğer ayağının ayakkabılı olduğunu görüyoruz. Burada Bruegel “kafasını duvarlara vurmak” ve “dengeli olmak” deyimlerini resmetmiş durumda. Adamın sol tarafında bir elinde köz, diğer elinde su taşıyan kafasını hafif eğmiş kadın “iki yüzlü olmak” deyimini temsil ediyor. En sol alt kısımda bir kadın, bir yastığın üzerine şeytan yatırmış. Bu durum “azimli olmak” deyiminin açıklanabilir bir hali.
Resmin tam ortasında kırmızı kıyafetli bir kadın önündeki yaşlı adama mavi pelerin giydiriyor. Burada renklere yüklenen anlam var. Kırmızı renk günahı temsil ederken mavi renk aldatmayı temsil ediyor. Kadının hemen sağındaki adam, domuzlara gül veriyor. Kastedilen ise, bir şeyi anlamayacak kişiler için çaba sarf etmenin gereksizliği. Sağ alt tarafta tahta masanın üzerinde iki elini açmış bir kişiyi görüyoruz. Bu kişi, sol eliyle bir somunu tutarken sağ eliyle diğer somuna ulaşmaya çalışıyor. Bu da “iki yakası bir araya gelmemek” anlamında. Masanın hemen altında bir fener yardımıyla balta bulan adam ise “elindeki imkânlarından faydalanmak” deyimini temsil ediyor.
Resmin ortasına baktığımızda, kalenin üzerine çıkmış elindeki pelerini sallayan kişi rüzgâra göre yön tayin etmek durumunu anlatmak için konulmuş durumda. Bu anlattıklarım resmin sadece gördüğüm bariz kısımları. Her karenin farklı bir detayı oluşturduğunu düşünürsek 16. yüzyılın büyük ustası bu eseriyle yine büyük bir iş başarmış!
Körlerin Yürüyüşü
Körlerin kıssası olarak da bilinen bu resimde Bruegel, birbirleriyle aynı özellikte olan kişilerin birbirlerine kılavuzluk etmesinin hiçbir manasının olmadığını anlatmaya çalışır. İlham kaynağı, İncil’de geçen “Bırakın onları; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, her ikisi de çukura düşer.” sözüdür.
Sanatçı derdi olan insandır. Zaten bu resimden bile Bruegel’in bazı dertlerinin olduğunu ve bunları anlatmak için sanatını kullandığını anlayabiliyoruz.
Resmi inceleyecek olursak; körler ellerinde aynı tip sopalar birbirlerinin omuzlarına tutunarak ilerliyorlar. Vücutlarına asılmış bir sadaka çantası var. Muhtemelen topladıkları paraları oraya koyuyorlar. Resimde yokuş aşağı ilerleyen bir grup kör, önlerindeki çukurdan habersiz bir şekilde ilerliyor. En önde gidenin ayağı takılıyor ve yere düşüyor. Arkasından gelen ise tökezliyor.
Arka plandaki gotik yapılar ve Bruegel resimlerinin olmazsa olmazı, kilise gözümüze çarpıyor. Ağaçların dalları tepelere doğru uzanıyor. Kilisenin arkada kalması ve körlerin başka bir istikamete doğru yürümesi Bruegel’in bir çeşit “Tanrı’dan ayrılırsanız sonunuz hiç iyi olmaz” söylemi gibi duruyor.