
Coğrafi Keşifler
1492 yılında Kristof Colomb’un Amerika kıtasını keşfiyle, başta Portekiz ve İspanya olmak üzere Avrupa devletleri için yeni bir sömürge alanı ortaya çıktı. Aynı yıllarda Vasko de Gama, Ümit Burnu’nu geçip Hindistan’a ulaşmıştı. Bu olaylar sonucunda Osmanlı Devleti’nin elinde bulundurduğu ticaret yollarının (İpek-Baharat Yolu) önemi her yüzyılda giderek azaldı.

Rönesans ve Reform
On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda etkisini hissettiren ve ‘Aydınlanma Çağı’ olarak adlandırılan Rönesans; Avrupa’da kültürel, politik ve sanatsal alanlarda kendisini göstermiş ve yenilenmenin önünü açmıştı. Bu sayede kıtada hakim olan feodalite ve skolastik düşüncenin temelleri sarsıntıya uğramış, özgür düşünceye giden yol açılmıştı.
Reform ise, Katolik Kilisesi’nin baskın tavırları karşısında oluşan bir dini yenilenme hareketiydi. Bu hareket sayesinde kiliseler kendini düzeltmek zorunda kalmış, eğitim laikleşmiş ve dini otorite zayıflamaya başlamıştı. İslam Dünyası’nda devlet-din birliği esas alındığından ve ülke problemlerinin sebebinin dinin yeterince iyi uygulanmaması görüşü hakim olduğundan böyle bir yenileşme hareketi olmamıştı.

Şehzade Eğitimleri
Osmanlı Devleti’nin özellikle kuruluş ve yükseliş dönemlerinde, padişahlar lalalar eşliğinde kapsamlı bir eğitim alır ve sancaklara gönderilirdi. Sancaklarda bir nevi staj yapan şehzadeler, yönetim alanında yoğun bilgi edinir, devletin başına geçtiğinde nispeten tecrübeli konumda olurlardı. 17. yüzyıldan itibaren padişah adayları sancaklara gitmeyi bıraktı ve kafes sistemi olarak da bilinen sarayda eğitim görmeye başladılar. Hiç dışarısı hakkında bilgi sahibi olmayan şehzadeler ülke yönetimi konusunda daha zayıf büyümeye başladı.

Fransız İhtilali ve Milliyetçilik Akımı
Devlet-i Aliyye dünyanın en kozmopolit imparatorluklarından biriydi. Türk, Rum, Sırp, Arnavut, Ermeni, Bulgar ve daha pek çok etnisiteyi içinde barındırıyordu. Hatta Ermenilere sadık millet anlamıyla ‘Millet-i Sadıka’ denirdi. Fransız İhtilali’nin yaymış olduğu fikirlerle birlikte birçok etnisite kendi ülkesini kurma düşüncesine sahip oldu. Bu durum en çok Osmanlı Devleti ve Avusturya gibi karma topluluklara sahip devletlerin zararınaydı.

Sanayi Devrimi
On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda, buhar gücüyle çalışan makinelerin gelişmesiyle birlikte çoğu Avrupa ülkeleri seri üretime geçti ve ekonomik olarak patlamalar yaşandı. Bu sayede sömürgecilik faaliyetleri hız kazandı. Osmanlı İmparatorluğu ise, bu gelişmelere ayak uyduramadı ve ülkenin pazarlarına yurtdışı malları hakim oldu. Ekonomik anlamda İmparatorluk giderek dışa bağımlı hale geldi.

Eğitim
On beşinci yüzyılda matbaanın bulunuşuyla birlikte dünyada okuma oranları, özelikle Avrupa’da büyük ölçüde arttı. İnsanlar dünya gelişmelerini öğrenir ve yazar oldu. Bu gelişme Rönesans ve Reform hareketlerini de hızlandırmıştı. Osmanlı İmparatorluğu bu gelişmeye bir ölçüde kapalı kaldı, çünkü hem ulema kesimin engelleyici tavırları hem de halkın tabanında büyük bir istek bulunmaması devletin okuma-yazma düzeyini hep aşağıda tuttu.
Cumhuriyet’in ilk nüfus sayımında, 1927 yılında okuryazar oranı %8,61’di. Medreselerde verilen pozitif bilim dersleri yüzyıllar ilerledikçe azalmaya, din dersleri artmaya başlamıştı. Bu da yeniliklerin önünün açılmasına bir anlamda engel olmuştu.

Kapitülasyonlar (Ayrıcalıklar)
İlk olarak Kanuni Sultan Süleyman tarafından verilen ayrıcalıklar zamanla devletin içinde kanayan bir yara haline geldi. Kanuni bunu öngörmüş olacak ki, verdiği kapitülasyonu ömrüne bağlı kılmıştı.
İleriki dönemlerde sürekli hale gelen kapitülasyonlar Osmanlı İmparatorluğu’nu içerden bitirmeye başladı. Gayrimüslimlerin ayrıcalıkları neticesinde İmparatorluk açık pazar haline geldi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk icraatlarından birisi bu ayrıcalıkları kaldırmak olmuştur.

Savaş Kayıpları ve Borçlar
Osmanlı İmparatorluğu 1699 Karlofça Antlaşması’ndan itibaren savaşlarda üst üste yenilgiler almaya başlamıştı. Avrupa’da yaşanan büyük savaşlar neticesinde (30 Yıl Savaşları gibi) Batı devletleri büyük askeri gelişim göstermişlerdi.
Osmanlı İmparatorluğu da askeri sistemini geliştirmek için Avrupa’dan askeri eğitimciler getirtti. Fakat askerlerdeki isteksizlik ve maaşlarındaki kesintiler gibi sebepler ordunun gelişmesine ket vurmaktaydı. Nitekim Kırım Savaşı’nda İngiltere’den ilk dış borcu alan imparatorluk, gittikçe büyüyen borçlarını ödeyemez duruma geldi ve Düyun-u Umumiye adında bir çeşit sömürge kurumu kurulmasına razı oldu.

Yeniçerilerin Güçlenmesi
İmparatorluğun en önemli güçlerinden olan yeniçerilerin sayıları zamanla büyük ölçüde arttı. İlk başlarda sadece devşirmeyle alınan bu askerler, ilerde Müslüman olanların arasından da seçildi. Kanuni Sultan Süleyman döneminde sayıları 12 bin civarında olan bu grup, II. Mahmut zamanında 140 bin kişilik devasa bir ordu haline gelmişti. İsteklerine ters bir durum olduğunda bir padişahı indirip yerine bir yenisini getirebiliyorlardı. Genç Osman Yeniçeri Ocağı’nı kaldırılmayı düşünmüştü, fakat bu, padişahın acı ölümüyle sonuçlanmıştı.
II. Mahmut, 16 Haziran 1826’da, ‘Vaka-i Hayriye’ adı verilen, Yeniçeri Ocağı’nın topa tutularak yok edilmesi ve sağ kalanların idam edilmesiyle sonuçlanan olayla bu askerlere son verdi.

Dini Koruyuculuk Görevinin Bitmesi ve Halifelik
Özellikle İstanbul’un fethi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu Ortodoks halkının koruyuculuğunu üstlenmişti. Bunu Katoliklere karşı, siyasi bir malzeme olarak çoğu zaman kullanmıştı. Zamanla ekonominin zayıflaması ve kaybedilen savaşlar neticesinde bu özelliğini koruyamadı. Küçük Kaynarca Antlaşması ise atılan son gol oldu. Ruslar Osmanlı Devleti’nden muhafızlığı devralmıştı. Bunu emellerine kullanmasını çok iyi bilen Ruslar, çoğu zaman bu mezhebe bağlı toplulukları İmparatorluğa karşı kışkırtmıştı.