Ortalama bir kitap okuyucusunun biraz üzerindeyim ve bu konuda alçakgönüllü olmayacağım. Çünkü, bana kalırsa ben ortalamanın üzerinde bir okuyucu değilim. Toplumumuzun geneli ortalama bir kitap okuyucusu değil. Yakın çevremde, hem okuduğum kitaplar, onları nasıl seçtiğim, okuduklarımı nasıl aklımda tuttuğum, okuduklarımın gerçekten yararını görüp görmediğim ile ilgili sorular alıyorum.
Öncelikle, öğrenmek için okumuyorum. Okuduklarımın fikirlerimi zenginleştirmesi önemli. Yani, bir şey öğrenmekten ziyade, öğrendiğiniz şeyin zenginleştirilmesi için okursanız, derinleşme amacına varır; diye düşünüyorum. Elbette kitaplardan öğrenilebilecek çok şey var. Fakat sahip olduğunuz fikirleri derinleştireceğiniz şeyler, öğrenebileceklerinizden daha fazla.
Bu biraz ikircikli bir yaklaşım gibi de geliyor. Yani illa bir şey için okumak. Oran belki abartı gelebilir ama, okuduklarımın %40’ının belirgin bir amacı yok. Daha doğrusu; TV seyretmektense, amaçsız ve sonuçsuz videolar kervanına istemsiz katılıp, takılıp kalmaktansa, okumak çok daha iyi geliyor.
Çünkü bu hali ile ondan hiçbir şey beklemediğiniz bir kitap, size hiç ummadığınız bir dünyanın kapısını açıyor. Bu benim ayıbım ama, ben Andrey Tarkovski diye birinin varlığından (bu seneye kadar) habersizdim. Filmlerinden, yorumlarından, mücadelesinden… Fakat, Mühürlenmiş Zaman kitabı hakkında yapılan yorumlar ilgimi çekti ve kitabı sipariş verdim. Okuma sırasındaki yerini aldı yaklaşık bir yıldır da kütüphanede bekliyordu. Zamanı geldiğini düşündüm ve elime alıp okumaya başladım. Sinema hakkında fikrim alt üst oldu ve iyi ki de oldu.
Okumak demek bir kitapla başlayan ve kitapla biten maceraysa, ya ‘internet’ denen buluştan henüz haberiniz olmadı 🙂 ya da, kitap gerçekten çok ama çok sıkıcıydı (ki bu da seçim konusundaki kabahatinizdir.) Hemen Tarkovski’nin filmlerinden küçük parçalar izledim. Ardından yorumlarını okudum. Sonra kendisinin kamera arkası çekimlerini ve röportajlarını izledim. Ardından Yılmaz Güney sinemasını anlamadan Tarkovski’nin sözlerini anlayamayacağımı öğrendim. Ve bu iş büyüdü de büyüdü.
2020’nin ortalarına yakın bir zamanda ‘öylesine’ okuduğum bir kitaptır Mühürlenmiş Zaman. Şimdi enerjim ve vaktim yettikçe, oturur ‘gerçek sinema ürünü olan’ filmler seyretmeye çalışırım. Arkasında bir kavga, bir fikir, bir dünya, bir yönetmen evreni olan ve bunu üstüne basa basa vurgulamayı becermiş filmleri seyretmenin, okumanın, anlamanın, kahramanları olmanın keyfi çok ama çok başkaymış meğer, dolaysız boş boş bakıyor olmaktan.
Siz ağlamak için kitap okur musunuz? Ben okumam. Okumazdım daha doğrusu. Hepsinden daha doğrusu; yazarın, sözcüklerinin sizi olay evreninin içine atacağını, atabileceğini, bunu yaparken tıpkı bir film izliyormuş gibi değil de, tam o olayın içindeki kahraman olabileceğinizi düşünmezdim. Oysa hem Algernon’a Çiçekler’de (Daniel Keyes, Koridor Yayınları, Mart 2015), hem de Filozof ve Kurt’da (Mark Howlands, Maya Yayınları, 2015) hüngür hüngür ağladım. İşin garibi, bu satırları yazarken de gözlerim doldu.
Kitapların bana bir şey kattığını düşünmüyorum. Kendime bir şey katacaksam, bunda elbet kitapların da payı vardır. Yani, kitaplardan da kendime kattığım şeyler vardır. Fakat bunların ne olduğunu soracak olursanız, buna cevap vermek için daha çok okumak zorundayım. Size kitapların ne kattığını, katabileceğini düşünmeyin. Size, kendinizin ne kattığını anlamak için okumalısınız. Bunu anlamanın başka bir yolu yok.
Güzel vakit geçirmek için kitap okuyanları da, henüz başlamamış ve ne zaman başlayacağı bilinmeyen bir klasik müzik konserine gitmiş, salonda bekleyen kişilere benzetirim. Bu konserin olup olmayacağı bile belli değildir, ama onlar beklemekten vazgeçmeyen kişilerdir. Eğer içinde yaşadığın vakit güzelse, kitap buna ancak renk katar. İçinde yaşadığın vakti güzelleştirecek kitap ise, doğru kitap değildir. Ha, içinde yaşadığın vakti güzelleştirecek esini vermişse sana, okumaya devam. Elzem olan budur.
Bir de, kendini doğrulamak için kitap okunmaz. İnanın bunu denedim. En sıkıcı deneyimlerimin çoğu (okumada acemilik, kendini ispat, onay dönemim gibi düşünüyorum) bu tarz referanslardan oluşuyor. Görüşümü açmak için değil de, daha daraltmak için okumanın yararı olmadığını gördüm ve hiç tavsiye etmiyorum. Velhasıl, okumanın, sözcüklerden ibaret kısmı olan kitapların, neden okunmayacağı aşağı yukarı buraya sığdı. Biraz eksik oldu, biraz fazla oldu ama böyle oldu.
Madalyonun diğer yüzü ise; ne buraya sığar, ne aklımız alır, ne alsa huzur bulur. Hepimize iyi okumalar olur, okumak hepimize iyi gelir.