4 Ocak 2023

Tomris Uyar’ın Otuzların Kadını Kitabına Kısa Bir Bakış

Özge Topuz

~5dk

Ben penceremin yanındaki kırmızı koltukta dikiş dikmekle cebelleşirken tam karşıma düşen siyah koltuğun üstündeki rafta “Otuzların Kadını” anlatılmayı bekliyordu.


Sanatın kurgu olduğuna inanan Tomris Uyar’ın “Otuzların Kadını” adlı kitabı, yazarın sekiz hikayesini içeriyor. Bu sekiz hikâye kısa görünse de sözcük sayısından çok hissettirdiği duygularla okuyucunun zihninde yer kaplıyor.

tomris uyar otuzların kadını

Kitap “Pentimento” ile başlıyor.

İtalyancada, ressamın kendisi tarafından yapılan değişiklikleri ifade eden kelime, bize anlatılmayı bekleyen bir portreyi hatırlatıp yazarın eserini yaratırken sözcüklerle boğuştuğunu söylüyor. Pentimento’nun bir başka anlamı ise, pişmanlık. Hikayede “…ama seni çok özledim, anne.” cümlesindeki italik yazılan ‘sen’ her şeyin bir kenara bırakılıp, anne – kız rollerindeki tüm haklı – haksız oluşların ötesinde, özleme vurgu gibi…

“Çocukken de sözcüklerini seçmede, sevgini belirtmede tutumlu davranırdın. Harçlığını bir günde harcardın da hiç değilse borç verme keyfini esirgerdin benden. Ödünsüzlüğün işine yaradı mı bari?”
– Belki. Ama seni çok özledim, anne.

Bir kadın hikayeci olarak yazar “kadının” yaşadığı dönem fark etmeksizin toplumda karşılaştığı eşitsizlikleri anlatırken kadın-erkek ilişkileri ile evlilik, boşanmak, ebeveynlik, kariyer gibi konularda toplumun kadına olan bakış açısını eleştiriyor. Ve kaybetmeden anlayamadıklarımıza ithafen şu cümleleri dile getiriyor:

“Acaba bizler, yara almadığımıza, güçlü olduğumuza bu kadar inanan çocuklarımızın bir gün biz yok olduğumuzda duyacakları boşluğu nasıl hafifletebiliriz? Şimdiden başlamalı, ama nerden?”

Okuyucu öyküler arasında gezinirken zamansız ve gizemli bir yolculuktaymış gibi hissediyor. Birkaç sayfa sonra karşımıza çıkacak olan portrenin hikayesinin bir kısmını ise, aslında başlangıçta, yani Pentimento’da okuyoruz. Yazar bu bulmacayı çözmemiz için onu pür dikkat dinlememizi istiyor.

İşte, o portrenin yapıldığı günden bir alıntı:

“Fatma hanımın yırtığını alelacele tutturduğu etek, portreye girmemiş. Ressamın geniş alına düşürdüğü ışık parçasıysa çok belirgin.”

Yazarın “Otuzların Kadını” olan annesini anlatırken ona bazen bir çocuk bazen bir yetişkin olarak ama hep anlayışlı bir gözden baktığını fark ediyoruz.

Pişmanlıklar ise şu cümlelerde saklı:

“Leyla gittikten sonra, nedense, annemin isteklerini kaç kere “Biraz sonra” diye ertelediğimi düşündüm. Bütün çocukların büyüklerde bir tür ölümsüzlüğe inandığını, o yüzden, onların en ufak isteklerini bile “nasılsa sonsuz bir zaman var” gerekçesiyle yerine getirmediğini…”

Yazılan dönem üzerinden geçmişe bir bakış gibi düşünülse de nostalji güzellemesi yapılmadan aktarılanlar, yazarın empati yaparak, kendisini annesinin yerine koyduğunda ona pek çok açıdan hak veren olgun bir gözden baktığını hissettiriyor.

“Penceredeki kız, annesinin çok uzun bir süredir bastırdığı öfke duygusunu alışıldık kol uyuşmasıyla değil, bu kere sesli olarak belirtmesine sevindi. Gelgelelim aşağıda, yaprakların gölgeleri arasından belli belirsiz seçtiği, otuz beş yaşında, çekici, yabancı bir kadının yüzüydü…”

Cümlelerin söylendiği halinin değil alt metninin keşfinde olan yazarın kitabında söylediği gibi; “birbirine teğet geçen öykülerinin odaktaki portresi ise, her şeye rağmen “başındaki hâle” ile anlaşılmış olmayı bekliyor.”

“Bu bulmacayı çözmeyi sana bıraktım. Kitap, senin. İster kalıtımsal ögelerden yararlan ister yüz binlerce öbür ögeden. Ama gelir gelmez bana “Bir dakika” demeden bir çay doldur. Dayının yeni telefon numarasını vermiştim, değil mi?’’

Bu içeriği beğendiniz mi? Bunun gibi daha fazla içerik üretebilmemiz için bize Patreon´da destek olun. 🙂
10layn.com Patreon button
Özge Topuz

Özge Topuz

Tüm yazıları

E-bültenimize kaydolun.