Her gün küçük büyük binlerce, belki de milyonlarca karar veriyoruz. Peki, karar vermek konusunda nelerden etkileniyoruz? Nasıl daha doğru kararlar alabiliriz?
Tecrübe
Sahip olduğumuz tecrübenin kararlarımız üzerindeki etkisi tartışılmaz. Fakat tecrübe bizi en akıllıca karara yönlendiremez, bunun için çıkarım yapmak gerekmektedir. Ve bizler, genellikle çıkarımlarımızı ya tahlil etmez -analiz etmez- ya da objektif tutarlılıkla değerlendirmeyiz. Bunun başlıca nedeni, sonuçlarla yüzleşme konusunda sergilediğimiz olgunluk derecesi ve sorundan soruna dalgalanmamızdır. Yani bizler her sorunun çözümünden öğreniriz. Nasıl öğrendiğimiz konusunda ise çok az kafa yorarız.
Önyargılar
Çünkü önyargılar, tecrübeden çıkarım elde etmenin önünü keser. Günlük dilimizde şu ifadelere ne derece aşinasınız;
- Bunu ben de düşünmüştüm.
- Bunu düşünemeyecek ne var.
- Biraz kafa yormak lazım.
- Şimdi bunun sırası değil.
Bunlar ve benzeri ifadelerin geliştirilmesine neden olan mekanizma, kabaca, önyargılarımızı oluşturan mekanizmayla aynıdır. Önyargılarımız sadece tecrübelerimiz sonucu oluşmaz, bu yapıların oluşumuna bilerek ya da bilmeyerek kendimiz katkıda bulunuruz.
Düşünme Alışkanlıklarımız
Nasıl karar verdiğinizi en son ne zaman sorguladınız?
Soruya dikkat çekmek isterim. Çünkü bu soruya aldığım yanıtlar, son alınmış kararın nasıl verildiği hakkında düşünülmesine sebep oluyor.
Bizler, neyi nasıl düşündüğümüzü sorgulamaya gereken önemi vermiyoruz. Modern yaşam alışkanlıklarımız, hız, zaman eksikliği, hızlı düşünmeye uyum sağlayamamak ve kararlarımız üzerindeki zaman baskısı, neden rasyonel olamadığımıza dair getirdiğimiz ilk açıklamalar oluyor.
Kabullerimiz
Bizler, her koşulda rasyonel olabileceğimize inandırıldığımız bir eğitim sisteminin yan etkisi olarak, genellikle saçmalama eğiliminde olduğumuz gerçeğini kabul etmemek gibi bir düşünce kalıbına sahibiz. Çünkü saçmalamak, kişi ve toplum genelinde kabul görmeyen ve onay bulmayan bir düşünme ve davranma tarzı. Fakat bir diğer açıdan hepimiz için son derece gerekli. Çünkü mevcut kabullerimiz -ben aklı başında biriyim gibi- nedeniyle doğan baskıyı kaldırabilecek şekilde evrilmedik.
Sezgilerimiz
Ve gelelim içimizdeki sese: Eğer ona güvenecek derecede onu dinliyor ve dediklerini anlamaya çalışıyorsanız… Yetmez. Onu anladığınızı düşündüğünüzde onu dinliyor ve ona göre hareket ettikten sonra onu sorguluyorsanız, müthiş. Yani onu duymak, dinlemek yetmiyor, aynı zamanda onu anlıyor olmanız gerekiyor. Onu anlamaktan kastım, anlamlandırmak değil. Neden konuştuğunu, neden böyle konuştuğunu, böyle konuşmasına sebep olan şeyin ne olduğunu da anlamaktan bahsediyorum. Ki, bir çoğumuz için onu duymak bile büyük bir şey.
Çıkmazlar fazla gelelim çözümlere.
Kendimizle Buluşma
Bu akşam, uyumaya yakın, tüm lambaları kapatın ve mum yakın. Güvenli bir şekilde ve yeterince. Bir koltuğa oturun ve hiçbir şey yapmadan öylece bekleyin.
Bu duraksama içerisinde kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Rahat, huzurlu, dengesiz, rahatsız, huzursuz,…
Ve ne kadar bu şekilde -yani hiçbir şey yapmadan- durabiliyorsunuz?
Buradaki ölçü, sizin sakinliğe verdiğiniz tepkinin sınırıdır.
Sakinliğe karşı 15-20 dakika olmadan oluşan direnç -bunu ancak hissedebilirsiniz ve son derece şahsidir- zihninizin bir süredir -bu da şahsidir- yoğun ve akıcı olmayan bir şekilde işlediğinizi gösterir. Eğer akışta olsaydı, 15-20 dakikalık kontrollü bir durağanlık zihninizde rahatsızlık yaratmamalı, tam aksine, daha fazlasına ihtiyaç duymalıdır.
Daha sakin…
Soğukkanlılık bir tavırdır. Bu tavrın her karakterde bulunduğu fakat eşit şekilde bulunmadığı aşikar.
Sakin ve akışta kalarak, soğukkanlı bir değerlendirme yapmadan alınan her karar sakat karardır.
Hızlı karar vermeye başlandıkça, sonuçların gerginlik doğurma olasılığı giderek artacaktır. Zaman, bizim üretebileceğimiz bir olgu değildir ve bu gerçeği değiştiremeyiz. Fakat zamanı bir karar verirken verimli kullanmak bizim elimizde.
Zamanın kararlarınıza güç kazandırması için sır, sakin bir zihinsel yapı.
Bunu yaratmak mümkün.
Günlük yaşamda, akışa kapılıp gitmek ve istemeden hızlanmak, istemeden yavaşlamak, hayatın olağan döngüsüdür. Kontrollü yavaşlamak ve kontrollü hızlanmak ise sizin elinizde. Lütfen bunu tüm düşüncelerinizin merkezine yerleştirin; hayatınızın sadece kontrol edebildiğiniz kısmını yaşarsınız. Kontrolü bir anda kaybedebilmek mümkün, fakat kontrolü sürdürülebilir kılmak bir günlük bir iş değil.
Üzerine düşünmek ve önceden düşünmek.
Sonradan düşündüğümüzde, tüm neden ve nasıllar ortaya dökülür. Hatta bir çoğumuz bu aydınlanma anı için ortak bir dil geliştirmişizdir: Hiç bu açıdan bakmadım!
2 önemli tavsiyem var: Birincisi, almayı düşündüğünüz muhtemel sonuçları değil, tümünü önceden düşünmeniz ve…
İçinizdeki eleştirmenle işbirliği.
Bir çoğumuz, beklemediğimiz sonuçlar karşısında, beklenmedik tepkiler vermemize sebep olan bir zihin yapıya sahibiz. Oysa beklenmedik sonuç dediğimiz şeyler, üzerine enikonu düşünmediğimiz bir tepkinin -nasıl doğduğuna anlam veremediğimiz, beklemediğimiz- ortaya çıkması neticesinde ne yapacağımızı düşünmediğimiz şeylerdir. Eğer öncesinde nereye bakmamız gerektiğini doğru belirlersek, karşılaştığımız şeyler bizi -olması gerektiğinden- daha az şaşırtacaktır.
Tecrübelerimiz ne yapmamız gerektiği konusunda rehberdir fakat tecrübe sabittir, olaylar ise değişken. Önce düşünce, sonra hareket gelir. Bu doğayı tersine hareket ettirme gayreti hem fazladan enerji harcamamıza sebep olur hem de istenmeyen sonuçların doğmamasının önünü açar.
Önce düşünün. Hatta şöyle bitirmek en doğrusu; önce daha fazla düşünme imkanını doğru değerlendirdiğinizden emin olun, sonra harekete geçin.
Yanılmak her zaman mümkün. Pişmanlık ise, -sadece baktığınızda kolaylıkla görülebilir- seçimdir.