Felsefenin yanı sıra edebiyat başta olmak üzere resim, tiyatro, din bilimi ve psikoloji gibi pek çok alanı etkileyen Varoluşçuluk, 19. yüzyılda, baskın sistematik felsefeye karşı tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Modern anlamda varoluş terimini ilk kullanan ancak varoluşçuluk terimine yer vermeyen Soren Kierkegaard, ilk varoluşçu filozof kabul edilmektedir.
Kierkegaard’la birlikte Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Gabriel Marcel, Karl Jaspers ve Fyodor Dostyevski gibi filozof ve yazarların eserlerinde de varoluşçu düşüncelere rastlanmaktadır. Ayrıca akım üzerinde Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve Arthur Schopenhauer’in de önemli etkileri olmuştur.
Varoluşçuluk akımını uzun süre boyunca Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Merleau Ponty’i içine alan Paris Felsefe Okulu temsil etmiştir.
‘İnsan, var olduktan sonra kendini kavradığı gibidir, varlaşmaya doğru yaptığı atılımdan sonra olmak istediği gibidir. Kendini nasıl yaparsa öyledir yani. Varoluşçuluğun baş ilkesi de budur işte.’
Jean Paul Sartre
Varoluşçuluk, bir sistem ya da okul olarak değerlendirilmekten çok varoluşçu filozofların kendi ilgilerinden doğan felsefi bir anlayış olarak görülmektedir.
Varoluşçuluğun temelinde iki önemli nokta vardır: irade sahibi bir varlık olarak insana önem vermek ve fenomenolojiye dayanan bir altyapıyla, insan-dünya ilişkisine sistematik bir açıklama getirmek.
‘Herhangi bir düşünce okulundan olmamak, herhangi bir inançlar kümesini, özellikle sistemleri yetersiz görmek; sığlığını, bilgiçliğini, yaşamdan yoksunluğunu ileri sürerek gelenekçi felsefeyi açıkça küçümsemek. İşte varoluşçuluğun çıkış noktası.’
Walter Kaufmann
İnsanın evrendeki konumunu, var olma nedenini ve benliğini, bireysel yaşama odaklanarak açıklar.
Varoluşçuluk, bireysel ve gerçekçi sorgulamayı savunur.
Varoluşçuluğun temel soruları, ‘ben kimim’ ve ‘bir birey olarak var olmamın anlamı nedir’dir.
Bu sorunun cevabı ise kısaca; ‘bizi biz yapan karakterimizdir. İrademizle aldığımız kararlar ve yaptığımız seçimlerdir. Biz, dünyaya bir defa gelebiliriz. Başka kimsenin olamayacağı, yapamayacağı bir şeyi yapma ve olma gücüne sahibiz’dir.
‘İnsan, bütün bir dünyadır; her yerde vardır, her yerde hareket halindedir, her şeyden sorumludur. Ne yaparsam yapayım, onu yapan benim. Şimdiki durumumuz, bütünüyle düşüncelerimizin sonucudur.’
J. P. Sartre
Varoluşçuluk; eski, geleneksel ya da klasik olarak ifade edilebilecek felsefe akımlarına ve düşünme biçimlerine karşı bir duruş sergiler.
Varoluşçular, geleneksel felsefeyi hem biçim hem de biçem yönlerinden insan deneyimine uzak ve soyut olarak değerlendirirler.
Kierkegaard; hayatı anlamlandırma, tutkuyla ve ciddiyetle yaşama sorumluluğunun toplumun veya dinlerin değil, bireyin omuzlarında olduğunu ifade etmiştir.
Hegelci ve Kantçı düşüncelerin karşıtı olarak Kierkegaard, bireyci ve gerçekçi bir bakış açısı ortaya koymuştur.
‘Varoluş özden önce gelir ve her bir kimseye bir öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir; insan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur. İnsan kendini kendi yapar, daha önce kazandığı bazı belirlenimlerin elverdiği ölçüde kendine biçim verir, kendini oluşturur.’
J. P. Sartre
Varoluşçuların çıkış noktası, Descartes’in ‘düşünüyorum, öyleyse varım’ cogitosudur.
Descartes’in aksine, varoluşçular insanın düşünerek yaratılamayacak kadar somut ve kapsamlı bir evrene fırlatıldığını ifade ederler. Varlığın ve dünyada olmanın, bilinçten önce geldiğini savunurlar.
‘İnsanoğlu madem ki dünyaya atılmıştır, kendi başına bırakılmıştır, öyleyse yaptıklarından sorumludur. Nitekim o, kendini nasıl kurarsa öyle olacaktır. Tasarılarına, seçimlerine, eylemlerine göre varlığına bir öz kazandıracaktır. Edimleriyle kendini gerçekleştirecektir. Gerçekleştirmelidir.’
J. P. Sartre
Varoluşçulara göre;
- İnsan, kendini yapandır. Kendini yaşayan bir tasarıdır. Özünü kendisi yaratır.
- İnsan, geleceğini kendi iradesiyle biçimlendirebilir. Yani, insanı insan yapan kendi kararları ve seçimleridir.
- Önemli olan gerçeklik, herkesin kabul ettiği objektif gerçeklik değil, kişisel gerçekliktir.
- İnsan, sorumludur. Sadece kendisine karşı değil tüm insanlığa karşı sorumludur. Tüm yaptıklarından ve tutkularından sorumludur. Sorumluluğu, seçme özgürlüğünden gelir.
- İnsan, özgürdür. Özgürlüğe mahkumdur. Sadece özgür değildir, özgür olmak zorundadır. Çünkü yaratılmamış, kendi kendisini yaratmıştır.
- İnsan, değerlerini kendisi yaratır. Hayata anlam veren, onu yaşayan insandır.
- İnsan, seçim yapandır.
- Yorumlar farklı olacağından genel bir ahlak yoktur. İnsan, erdemlerini kendisi yaratır.
- İnsan, akılcı olmayan bir evrende akılcı kararlar vermeye çalışarak hayatın anlamını kendisi tanımlar.
- İnsan, kendisini nasıl tasarlarsa öyle olur.
- Her şey bir seçme meselesidir.
- İnsan, yaşadığı hayatından başka bir şey değildir.
Varoluşçuluk; bireysel varlığa, bireyin kendi varlığını sorgulamasına, özgürlüğe ve seçime odaklanır.
Efsaneler üzerine kurulu tarihin geleneklerinden kurtulmak gerektiğini savunur.
Bütün dava, biz yaşarken kazanılır ya da kaybedilir. Bu yüzden bizim için önemli olan kendi zamanımızdır. Geçmişe bağlanmak saçmadır, aynı şekilde uzak geleceği düşünerek onun için çalışmak da saçmadır.
Varoluşçu filozoflar iki etik geleneğe ayrılırlar: İnanca Bağlı (Dini) ve İnanç Dışı (Laik)
İnanca Bağlı Varoluşçuluk
Soren Kierkegaard ve Gabriel Marcel, en bilinen temsilcileridir.
Gabriek Marcel, varoluşu daima seçerek kendi kendimizi yaptığımızı, ama buradaki hedefin hiçlik değil, tanrıya gidiş olduğunu ifade etmiştir.
‘Hakikat hürriyetimizin hareketidir. Lakin biz bu seçimi aklın önderliğiyle yapamayız. Bu, bilinmeyene doğru şuursuz bir hamledir. Bunu yaptıran sonsuzluk, yani iman, yani Tanrı sevgisidir. Ancak Tanrı’ya sığınmak suretiyle hayatın çelişkilerinden kurtulabiliriz.’
Soren Kierkegaard
İnanç Dışı Varoluşçuluk
Heidegger, Sartre, Beauvoir, Camus en bilinen temsilcileridir.
İnanca (özellikle Hristiyanlık) dayalı varoluşçularla temelde birleşseler de yaşamın amacı, ümitsizlik ve bunalım gibi konularda ayrılırlar.
Laik varoluşçulara göre; evrende tanrı gibi aşkın bir güç yoktur. Varoluşun özünde, hiçbir amaç ya da açıklama bulunmaz. Bu yoklukla başa çıkmanın ve hayatta anlam bulmanın tek yolu, varlığa kucak açmaktır.
Eylem, varoluşçuluğun temelidir. Çünkü, insan bir defa seçmez sürekli olarak, yeniden seçimler yapar. Hayal kurmak yerine eyleme geçilmelidir. Dünya, yapılması gerekenler dünyasıdır.
Ahlakın, erdemlerin ve karakterin yaptıklarımızdan, seçimlerimizden ibarettir.
Duygular, eylemlerimizin sonucudur. Duygu, eylemi hazırlamaz. Eylem, duyguyu hazırlar. Ahlak da eylemlerimizle ilgilidir. İnsanın kaderi, eylemleridir. Hayatın özel bir anlamı yoktur. Biz, yaptıklarımızla ve seçimlerimizle onu anlamlandırırız.
Cinayet gibi kötü sayılan bir eylem de olsa, insanın yaptığı şey iyidir. Binlerce yoldan biri, özgürce seçilmiştir.
BONUS
Varoluşçuluğun Temel Prensipleri
- Varoluş her zaman tek ve bireyseldir.
- Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlık’ın anlamının araştırılmasını da içerir.
- Varoluş insanın içinden bir tanesinin seçebileceği bir olanaklar bütünüdür.
- İnsanın önündeki olanaklar bütünü, öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir ‘dünyada var olma’ halidir. Yani; insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel bir durum içindedir.