16. yüzyıl İngiltere’sinde yaşayan ve dinine bağlı bir Hristiyan olan Thomas More’un eşitliğin cennetini betimlediği Ütopya (Utopia) , bir beş yüz sene daha geçse de okurları yine etkileyecek gibi görünüyor.
More’un kitaptaki sözcüsü gemici Raphael’in bizzat gördüğü bu ilginç adayı anlatmaya başlamasıyla gireriz Ütopya adasının topraklarına. Sınıf ayrımının olmadığı, herkesin mutlu ve eşit bir hayat sürdüğü bu ada, aslında sosyalizmin yaşandığı ilk yer olarak görülebilir. Hatta Thomas More için ilk sosyalistlerden demek de yanlış sayılmaz.
İleride koca bir yazın türüne ismini verecek olan ‘ütopya’ ile hem ufkunuz genişleyecek hem de keyifli bir yolculuğa çıkmış olacaksınız. Tavsiyem, kitabın hemen ardından Mina Urgan’ın Thomas More’un hayatını ve kitabı ayrıntılarıyla anlattığı incelemesini okumanız.
İşte More’dan bize, asırlar öncesinden kalan 10 sarsıcı alıntı:
Milyonlarca çocuğu bozucu, körletici bir eğitimin pençesinde bırakıyorsunuz. Erdem çiçekleri açabilecek bu körpe fidanlar gözlerinizin önünde kurtlanıyor; büyüyüp suç işledikleri zaman, yani içlerine çocukluktan giren kötülük tohumları acı meyvelerini verdiği zaman ölüm cezasına çarptırıyorsunuz onları. Sizin yaptığınız nedir, biliyor musunuz? Asma zevkini tadabilmek için hırsızlık yaratmak.
Herkese aykırı gelir, alaya alınır, saçma bir yenilik sayılır diye insanlığın acı gerçeklerini ortaya atmamak korkaklık ya da kötü bir sıkılganlıktır.
Malın mülkün kişisel bir hak olduğu, her şeyin parayla ölçüldüğü bir yerde toplumsal adalet ve rahatlık hiçbir zaman gerçekleşemez. Ama siz aslan payını kötülere bırakan bir toplumda doğru bir yan bulursanız, büyük çoğunluk yoksulluk içinde kıvranırken doymak bilmez bir avuç insana memleketin bütün zenginliklerini sömürten bir devlet mutlu olabilir derseniz o başka.
Utopia’da toplum kurumlarının amacı, her şeyden önce halkın ve bireylerin ihtiyaçlarını gidermek, sonra herkese bedenin köleliğinden kurtulmak, düşüncesini özgürce işletmek, kafa yetilerini bilimler ve sanatlarla geliştirmek için mümkün olduğu kadar çok vakit bırakmaktır. Utopialılar için gerçek mutluluk işte bu düşünce gelişmesinin ta kendisidir.
Herkes bilir ki, bütün canlı varlıklarda açgözlülüğün nedeni ya korku ya da yoksulluktur. İnsanda ise, bazen yalnız kendini beğenmişlikten gelir açgözlülük. Çünkü faydasız ve boş şeyleri gösterişle ortaya serip, başkalarından üstün geçinmeyi şanlı bir iş sayar insanlar. Utopialılar arasında böyle kötü huyların yeri yoktur.
Niçin başkalarına acıdığımız kadar kendimize de acımayalım? Kardeşlerimize iyilik etme eğilimini içimize sokan tabiat niçin kendimize karşı zalim, insafsız olmamızı istesin?
Kanlı bir zaferin kazançları Utopialıları üzer, hatta utandırır; çünkü parlak kazançları insan kanı pahasına elde etmeyi büyük bir çılgınlık sayarlar.
Devletin geliri hiçbir zaman haksızca dağıtılmaz. Utopia’da ne yoksula rastlanır, ne dilenciye. Kimsenin hiçbir şeyi olmadığı halde, herkes zengindir. Dünyada kaygısız, rahat yürekle, sevinçle yaşamaktan daha büyük zenginlik olabilir mi?
Para ile birlikte korkular, kaygılar, kuşkular, uykusuzluklar da insanların yakasını bırakacaktır. Parasızlıktan doğuyor sanılan yoksulluğun ta kendisi bile, para yok olunca, yok olacak.
Kendini beğenmek öyle bir cehennem yılanıdır ki, insanın yüreğine sinsice süzülüp girer, onu zehirleyip gözünü kör eder, daha güzel bir hayata giden yoldan saptırır onu. Bu sürüngen, insanların öylesine içine işler ki, onu koparıp atmak kolay olmaz.