Bir varmış bir yokmuş…
Hem mutluluğun hem de mutsuzluğun bol olduğu bir ülkede özgüven, ego ve kibir isminde birbirinden hiç ayrılmayan ve birbirleri ile iç içe yaşayan üçüz kardeşler varmış. Doğuştan ölene dek birbirlerinden ayrılmazlarmış. Kendilerini ortaya koyuş biçimleri doğumları ile oluşmaya başlar, anne ve babanın davranışlarıyla şekillenirmiş. Okul ortamında eğitimcilerle ve çevre koşulları ile büyürler ve farklı biçimlerde kendilerini gösterirlermiş.
Özgüven
Sağlıklı bir özgüven, ruh sağlığının en önemli göstergelerinden biridir. İnsanın kendine güvenmesi ve inanması, özsaygıyı getirir (kendini olduğu gibi kabullenme). Dengeli bir özgüven, bireyin herhangi bir problemle karşılaştığında, bu problemi anlamaya çalışmasına, gayret etmesine ve başarısızlıktan yılmadan başarıya inanmasını getirir.
Özgüven statik, sürekli aynı düzeyde duran bir özellik değildir. Doğal olanı, denge içerisinde olmasıdır. Doğal olmayanı ise, belli sınırların üzerine çıkan taşmalardır.
Bir bireyin özgüveni, yaşamın her alanında eşit ya da benzer şekilde kendini göstermez. Örneğin; iş yaşamında son derece özgüvenli olan bir kişi ilişkilerinde özgüvensiz olabilir.
Ego
Ego, algılarımızdan gelen verileri işleyen ve sonuç çıkartan merkezdir. Toplumsal dilde kullandığımız şekilde ego; gelen verinin tamamını işlemeden, kafanızdaki her ses ve onun yarattığı duygu ile kendinizi özleştirmeniz ve bunun sonucunda, bunların sizi kontrolü altına almasıdır.
Ego, çocuğun anne sevgisi ve ilgisi ile değerli, önemli ve iyi biri olduğunu hissetmesi ile başlar. Böylelikle bir ben merkezi doğar. Sosyalleşmek ve kurulan sağlıklı ilişkiler, egomuzu korumayı ve geliştirmeyi bize öğretir. Daima çevreden alınan takdir ve ilgi ile büyür, gelişir.
Ego, insanın kendi imalatıdır ve her zaman beslenmeye ihtiyaç duyar. Egoyu başkalarında aramak, dengemizi bozar ve düşünme, hissetme, davranma biçimlerimizi sağlıksızlaştırır, sahteleştirir.
Dengeli bir özgüvene sahip olan kişi, egosunu kendi içinde arar. Bu sağlıklı olandır ve dengeyi kurduğumuzu gösterir.
Bir gün Diyojen çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa, ben bir serserinin önünden kenara çekilmem, der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir, ben çekilirim!
Kibir
Kibir, bir insanın servet, makam, ilim, ibadet, soy, güzellik ve kuvvet gibi herhangi bir meziyetinden dolayı, kendini başkasından üstün görmesidir.
Kibir bütün dinlerde ve felsefi öğretilerde günah ya da yanlış olarak kabul edilir. Şeytanın Avukatı filminin final tiratında John Milton’un (Al Pacino), yani şeytanın söylediği bir replik vardır:
Kibir, insanlarda en sevdiğim günahtır.
Tüm dinlerde kibir, lanetlenmiş bir insan özelliğidir.
Kibirli bir insan, diğerleri ile kendi arasına sınır koyar. Bu yüzden kendisini yalnız hisseder. Bu yalnızlık hissi bir nevi üstünlük hissinin etkisidir. Bu nedenle yalnızlığından şikayetçi değildir ve bunun bir ayrıcalık olduğu sanrısına kapılmıştır.
Sonuç olarak…
Dengeleri bozulan özgüven, egoya düşkünlüğü getirir ve kibirin içeriye sızmasına neden olur. Egosunu kendi içinde aramayan kişinin özgüveni de sınırların dışına çıkar. Her özelliğin birbiri ile arasındaki dengeyi sağlayan, çok ince çizgiler vardır.
Kibirli biri, egosunu tatmin edecek şeylerin arayışındadır. Aşırı özgüvenli davranır ve bu, ona normal gelmeye başlar.
Birkaç örnekle açıklayacak daha olursam; özgüven, susmanın büyüklük olduğunu bilmektir. Ego, susmanın aşağılık bir duygu olduğunu sanmaktır.
Özgüven, ‘bir şey’ olmaya çalışmaz. Zaten ne olduğunu bilir. Ego, hep “çok şey” olduğunu sanır.
Özgüven, bilmektir. Bilmediğini de bilmektir. Ego, sanmaktır. Bildiğini sandığın bir şeyi bilmemektir.