Meksika
Bir Kuzey Amerika ülkesi olan Meksika, Morelos’un önderliğinde, toplumun köleleştirilmesine doğrudan hizmet eden kast sistemini reddederek, 1813 yılında bağımsızlığını ilan etti.
1800’lü yıllardan itibaren bağımsızlık mücadelesinde olan toplum, Amerika Birleşik Devletleri ile 1846-1848 yılları arasında yaşanan sınır savaşında mağlup oldu ve ülkenin sınırları yeniden belirlendi.
Mayalara ve Azteklere ev sahipliği yapan topraklarda, yerli halkın kozmopolit yapısıyla birlikte Avrupa’dan gelen göçler, farklı bir sosyo-kültürel yapı oluşmasını sağladı.
Meksika sineması ise, politik açmazlar ile yöneticilerin bakış açısı sebebiyle, pek çok yasakla ve sansürle gelişmeye başladı.
Binlerce yıllık kültürel mirası arkasına alan Meksika sineması, bağımsızlık mücadelesi ve Emiliano Zapata‘nın önderliğindeki Meksika Devrimi gibi siyasal, ekonomik ve sosyal değişimlerden doğrudan etkilenmiştir.
Meksika Sinemasının Gelişimi
1896 yılında, Paris’teki ilk film gösteriminden sadece sekiz ay sonra, Meksika halkı sinemayla tanışmıştır.
Meksika sineması, bu erken dönemde geleneksel anlatılarla ilgilenmiştir.
1990’lara doğru ise, Yeni Dalga akımı ülke sinemasında yer edinmeye başlamıştır. Bu dönemde hükümetin sinemaya yaklaşımında birtakım olumlu değişiklikler olmuştur.
Sinema sanatçılarına ve severlerine nefes aldıran ilk uygulama, yetkinin Sanat ve Kültür Konseyi’ne devredilmesi olmuştur. Böylece sinemada, toplumsal olanın yanı sıra politikaya karşı bir söylem gelişebilmiş ve Meksika sinemasının özgün dili oluşmaya başlamıştır.
Önemli Yönetmenler
Meksika sinemasının belli başlı yönetmenlerine bakıldığında; sinema kariyerine Luis Bunuel’in yönetmen yardımcısı olarak başlayan Arturo Ripstein’i ilk sırada sayabiliriz. En bilinen filmleri Büyük Umutlar, Yerçekimi ve Roma olan Alfonso Cuaron’u; Şeytanın Belkemiği, Pan’ın Labirenti ve Suyun Sesi filmlerinin yönetmeni Guillermo del Toro’yu ve Paramparça Aşklar ve Köpekler, 21 Gram ve Babil (Ölüm Üçlemesi) filmleriyle tanınan Alejandro González Iñárritu’yu da listenin başına eklemek gerekiyor.
Arturo Ripstein
En bilinen filmleri, 1991 yapımı Liman Kadını ve 1996 yapımı Koyu Kırmızı olan Ripstein, 1943 yılında Meksika’da dünyaya gelmiştir. Yönetmenin biyografisindeki en çarpıcı bölüm, yapımcı olan babasının Ripstein’ın yönetmen olmasını onaylamamasıdır.
Fakat Ripstein’ın gözü karadır. Babasına, film çekmeme yardımcı olmazsan ya sen ya ben hayatta olmayacağız, gibi bir çıkışla sinema tutkusunu dile getirmiştir. Luis Bunuel’in yardımcı yönetmenliğini yaptığı söylenen Ripstein, bir röportajında bunu yalanlamış gerçeğin, onu setlerde izlemek ve bir şeyler öğrenebilmekten ibaret olduğunu söylemiştir. Ripstein, Meksika’da bir sinema okulu olmadığı için bu yöntemi seçmiştir.
El Castillo de La pureza (Saflık Kalesi), 1972
Film, dışarıda yağan yağmur sahnesiyle başlar. Akabinde, film boyunca gündelik hayatlarına tanık olacağımız aileyi, ev ortamında görürüz. Baba (Gabriel), ailesini dış dünyanın korunaksız ortamından uzaklaştırmak için onlara dışarıda sahip olabilecekleri bir dünya inşa etmiştir.
Öyle ki; evinde hazırladığı küçük spor salonunda çocuklarını bir antrenör gibi direktifleriyle yönledirmekte ve çocuklarına zihinsel ve bedensel disiplin sağlamaktadır. Tüm bu görüntüler doğal ışık altında, herhangi bir filtreye gerek duyulmaksızın kayda alınmıştır.
Olay örgüsüne dahil olan müzik, iniş ve çıkışlarla yavaş akan anlatıyı hızlandırmaktadır. Babanın birbiri ardına tekrarladığı ticari ilişkilerde evin geçimini nasıl sağladığını görürüz. Dürüst ve insanlara güveni kalmamış olan baba, saflığın bir tür kalesi olarak gördüğü evinde herkesten uzak bir yaşam kurmaya çalışmaktadır.
Filmin belki de, en can alıcı ve anlamlandırmakta güçlük çektiğimiz kısmı, babanın işi ve çizdiği iyi insan portresidir. Fare ilacı hazırlayıp satan Gabriel, kendisi dış ortamdan zarar görmemek için uğraşmaktadır fakat, başka canlıların doğal seleksiyon içinde ölmelerini engellemektedir. Film genel anlamda zıtlıklar üzerine kurulmuştur.
Ev-dış dünya, satıcı-alıcı, kadının eviçi yükümlülükleri ve iç ortama olan aidiyeti ile erkeğin dışarıdaki hayatı ve otoriter mizacı; çocuklarından cinselliği yeni yeni tanıyan kızını cezalandırması, ama deneyimlemeyen kızın ahlaklı sayılıp kayırılması gibi zıtlıklardan yola çıkan yönetmen, saf olan nedir, sorusunu akıllarda bırakıp perdesini kapatmaktadır.
Gilberto Martinez Solares
Yönetmen, görüntü yönetmeni, senarist ve aktör olan Solares; 1997 yılında aramızdan ayrılmıştır. Solares’in, özellikle Meksika sineması için verdiği emek yadsınamayacak kadar çoktur. Çeşitli türlerde filmlere imza atmıştır, fakat en fazla komedi ile ilgilenmiştir.
Calabacitas Tiernas (Tender Pumpkins), 1949
Komedi/müzikal türündeki film, kostüm seçimlerinden atmosferine kadar Meksika kültürünü yansıtmaktadır.
Sıcakkanlı ve eğlenmeyi seven Meksika insanını, yerel müziklerin eşliğinde beyazperdeye aktaran film, bir gitaristin (Tin Tan) karşılaştığı aksilikleri anlatmaktadır. Yönetmen, kapitalist sistemle özdeşleşen paranın, insan hayatındaki gülünç yerini aktarmak ve tüketim toplumunun hızını yakalamak istercesine öyküyü aksiyon sahneleriyle örmüştür.
Siyah beyaz olan film, Meksika sinemasının Altın Çağ’ına aittir. Müziğin ve anlatının gücünü günümüzde dahi hissettiren yönetmenin başarısı, yakın plan çekimlerinden oyuncu seçimlerine kadar filmin her aşamasında görülmektedir.
Toplumsal hayattan izleri, beyazperde aracığıyla deneyimlediğimiz filmde, kültürel kodlar evrensel olarak mizah çerçevesinde ele alınmıştır. Şöyle ki; günümüz dünyasının mecburi değeri olan akışkan meta (para) hepimiz için temas halinde olduğumuz bir maddi değerdir. Fakat filmde bize hatırlatılan onun kaybı ya da kazanımının ruhsal dünyamıza bu denli etki eden bir şey olmadığıdır.
Alphonso Cuaron
En İyi Yönetmen dalında Akademi Ödülü kazanan ilk Latin Amerikalı yönetmen olan Cuaron’u Büyük Umutlar, Ananı Da!, Harry Potter ve Azkaban Tutsağı, Son Umut, Yerçekimi ve Roma gibi filmlerle tanıyoruz.
Great Expectations (Büyük Umutlar), 1998
Film, Charles Dickens’in Büyük Umutlar kitabından esinlenilerek sinemaya uyarlanmıştır.
Giriş sahnesinde; denizin ortasındaki bir kayıkta, üzerine balık resimlerinin çizilmiş olduğu bir defter tutan bir çocuk görürüz. Seyirci olarak çocuğun balıkları çok sevdiğini düşünebiliriz, fakat ilerleyen sahnelerde anlarız ki çocuk aslında bir ressam adayıdır. Onun hayal dünyası ve çizim yeteneğinden oluşan bu defterdekiler sadece balık değildirler.
Resim sanatından beslenen yönetmen, gerçekliği ve ihtişamı farklı çekim yöntemlerini bir araya getirerek yansıtmaktadır.
Seçilmiş yönetmen ve filmler üzerinden, genel hatlarıyla Meksika sinemasına dair giriş niteliği taşıyan bu listeyi baz aldığımızda; Meksika sinemasının da, diğer toplumların sinemalarında olduğu gibi, ülkesinin sosyo-kültürel, siyasal ve toplumsal değişimlerini yansıttığını söyleyebiliriz.