9 Nisan 2021

Spider Man 2 Film Analizi: Kahraman Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı

Selçuk Culum

~20dk

Son on beş yılda, üç farklı Örümcek Adam (Spider-Man) gördük. Sam Raimi’nin üçlemesinden sonra, The Amazing Spider Man filmi ile seriye reset atıldı. Sadece iki film devam edebilen seri, sinemada daha önce gördüğümüz Örümcek Adam hikayesine çok benzer bir modeli ele alınca, aynı hikayenin alternatif versiyonunu izliyormuş hissini yarattı. İnsanlar hem gişede, hem de hikaye anlatımı konusunda gayet başarılı bir seriye reset atılmasını anlamsız bulmuştu.

Raimi üçlemesinin son filmi Spider Man 3, hikaye anlatımı konusunda pek beğenilmese de, 4. film için iyi bir iş bekliyorlardı. Lakin bırakın 4. filmi, Marc Webb’in Spider Man serisinin 3. filmi bile iptal olmuştu. İki defa yarım kalan seri, Avengers filmi ile aynı evrene bağlı olan Spider Man Homecoming filmiyle devam etti. Homecoming filmi için fazla konuşmayacağım, çünkü MCU’daki neredeyse bütün solo filmler Avengers serisine hizmet eden bir yapıda olduğundan, gerçek manada ana kahramana odaklanmış bir Spider Man filmi göremiyorsunuz. Spider Man Homecoming ve Far From Home filmleri hikayesini ve gücünü Avengers serisinden alıyor.

The Amazing Spider Man filmleri de, ilk üçlemenin yerini almaya çalışan daha genç ve daha light bir versiyonu olarak duruyor. Hal böyle olunca, Sam Raimi’nin üçlemesi yıllar geçtikçe daha da efsanevi gözükmeye başlıyor. Bu, belki de Spider Man 2 filminin ağzımızda bıraktığı tattan kaynaklıdır.

Şimdi gelin, Spider Man 2 filmini madde madde yeniden değerlendirelim.

Peter Parker’ı motosikletli kurye çalışanı olarak buluyoruz filmin başında. Kahramanlık ona para kazandırmadığı gibi hayatına da köstek oluyor. Evinin kirası, faturalar, üniversite, yazması gereken tez, kovulduğu işler derken iyice köşeye sıkışan Parker, adeta bi tükenmişlik sendromu yaşıyor. Dışarıdan bakıldığında, kostümün içinde şehirde süzülen mitolojik bir Tanrı gibi insanlarda hayranlık uyandırırken, kendi içerisinde büyük gücün getirdiği sorumluluğun ağırlığı ile boğuşuyor.

Bir olaya kayıtsız kalmak, eğer elinizde büyük bir güç varsa, yaşanan mevcut durumun mimarlarından olmak demektir. Parker, kötülüğe sadece bir kez izin verdiğinde, amcasının hayatına mal olduğundan, kayıtsız kalmanın ne gibi kötü sonuçlar verdiğini biliyor. 

Vaktinde yetiştirmesi gereken pizzalar var, fakat caddede trafiğe rağmen koşturan çocuklar da var. O kurtarmazsa, kim kurtaracak o çocukları? Bunu yapmak zorunda değil, ama bunu yapabilecek gücü var. Yetişmesi gereken bir oyun var, fakat yakalanması gereken suçlular da var. 

Bu aslında polisin işi, fakat bir sürü kişi yaralanabilir. Bu durumu hızla sonlandıracak gücü varken neden müdahale etmesin? Belki Peter Parker, vaktinde yetiştiremediği pizza yüzünden işten kovulacak, vaktinde yetişmek için söz verdiği oyuna gidemediği için çocukluğundan beri tutku ile aşık olduğu kadınla aşk yaşama şansını kaybedecek, ama Örümcek Adam’ın yapması gerekenler var ve Parker buna ayak uydurmak zorunda. Yani, aslında kahraman, Örümcek Adam olarak yaptığı her eylemin bedelini Parker ödüyor.

Parker başarısız bir öğrenci olmasını, sosyal ilişkilerini ve iş girişimlerinin hepsini Örümcek Adam’a borçlu. Artık sorumluluk, ona kazanç sağlamadığı gibi bir de yük oluyor. Onu mental anlamda tüketiyor. Aşkını yaşayamıyor, para kazanamıyor, okulunu okuyamıyor. Fakat yaşadığı her olumsuz durumda da yine o kostüme sığınıyor.

Hayatını mahveden kostümle şehirde gezerken, ağını atamıyor ve yüksekten bir binaya çakılıyor. Neler olduğunu anlamıyor başta, aşağıya bakıyor bu sefer de vertigosu tutuyor. Evet, Peter fark etmeden içindeki güç uykuya alıyor. Kendine her ne kadar itiraf edemese de, yaptığı kahramanlıklar ona vicdani doygunluk dışında, hayatını idame ettirecek hiçbir ödül vermiyor. Örümcek Adam’ın var olması için, önce Peter’in var olması lazım. İnsan hali tükendikçe, Tanrısal boyutu da kayboluyor.

Parker, gazetedeki habere bakıyor. Yine ondan nefretle bahseden bir başlık… 

Bu fedakarlıkları neden yaptığını sorguluyor. Bilinçaltı artık Örümcek Adam’ı itmeye başlıyor ve güçleri kayboluyor tamamen. Bu esnada, zihninde Ben Amcası ile bir konuşma yaşıyor. Parker, amcasına; “artık senin hayallerini yaşayamam, ben sadece Peter’ım, Mary Jane’e aşığım”diyor. Amcasının uzattığı eli sıkmayı reddederek bütün özel güçlerini yitiriyor. Buradaki metafor, ilk filmde Örümcek Adam’ın doğuşuna neden olan kişinin Ben Amca olmasıyla ilişkili. Örümcek Adam’ın bütün ahlaki motivasyonu ve erdemi, Ben Amcayı temsil ediyor. Büyük güç, büyük sorumluluk ilkesini terk etmek, Örümcek Adam olmayı terk etmek demek oluyor.

Sıradan ve artık özgür biri olarak, mutlu şekilde caddelerde yürüyor. Zihinsel bir tatile çıkıyor, umursamaz olmanın konforunu tadıyor bir süre. Caddelerde, sirenleri açık bir şekilde olay yerine giden polis araçlarını görüyor. Fakat gücü yok, dolayısıyla sorumluluğu da yok. Sosisli sandviçin tadına bakmayı tercih ediyor. Suçları bir süre görmezden geliyor.

İlişkilerini, hayatını nispeten düzene koyan Parker, kendisine daha fazla vakit ayırabildiği için daha zinde, daha mutlu hissediyor. Zamanında kahraman olmanın sorumluluğu yüzünden ertelediği bazı sorunları çözmeye koyuluyor. May Halasına (aslında yengesi), amcasının vurulduğu gece yaşanan gerçeği itiraf ediyor. Mary Jane’e yakınlaşmak için fırsat kolluyor.

Artık, yaşamak istediği hayatı oluşturmaya çalışıyor. Fakat yolda yürürken gözüne takılan gazetedeki suç oranlarının yüzde yetmiş beş artışının, onu nasıl üzdüğünü görüyoruz. Ama zaten onun elinden de bir şey gelmiyordu… Tüm bunlar, sıradan hayat girişiminin başında karşısına çıkıyor. Yine de yoluna devam ediyor. Her ne kadar yaşananlara üzülse de…

Parker, Örümcek Adam’ın insanlar için ne kadar çok şey ifade ettiğini, şehrin suç oranlarından bile ne kadar büyük fark yarattığını, ancak kostümünü çöpe atıp köşeye çekildiğinde fark ediyor.

Yangında mahsur kalmış bir çocuğu duyunca o kadar kötü hissediyor ki, elini refleks olarak kostümüne atıyor fakat sıradan biri olduğunu hatırlıyor.

Bu sahne, Parker’ın gerçekten de güçlerini iyilik için kullanmayı arzulayan biri olduğunu gösteriyor. Parker, güçlerinden kurtulduğu süre zarfı boyunca ilk kez bu gücün kayboluşuna içerliyor. Üstelik bunu kişisel bir mesele için değil, bir hayat kurtarmak adına istiyor. Fakat durum o kadar kritik ki, daha fazla dayanamayıp kendini yanan binaya atıyor ve mahsur kalan kişiyi kurtarmaya çalışıyor. Bir çocuğu kurtarıp ailesine teslim ederken onların teşekkür etmesini bile beklemeden oradan uzaklaşıyor. Sonra itfaiye erinden takdir dolu bir iltifat alıyor. Ardındansa, kendi aralarındaki konuşmada başka kişilerin binada mahsur kaldığını duyuyor. Örümcek Adam olmayı hiç bu kadar arzulamamıştı. O olsaydı hepsini kurtarırdı. Fakat Parker’ın gücü,ancak bu kadarına yetiyordu.

Sıradan bir hayat istiyordu, ama artık kayıtsız kalamayacak kadar duyarlı biri olmuştu. İçindeki çatışma giderek kaybolmaya ve ne istediğini anlamaya başlamıştı. Ahlaken umursamaz biri olamayacak kadar hassaslaşmış olduğundan ,kişisel hayatını düzeltse bile, bu güçle yapabileceği iyi şeylerden mahrum kalmanın ruhsal eksikliği onu bitirecekti. Tekrar bir açmaz ile karşı karşıya kalmıştı ve yeni bir içsel bir çatışması başlamıştı. Mutluluğu kısa sürmüştü.

Evde kendi kendine “istediğim şeye sahip olamaz mıyım ben, ne yapmam gerekiyor” diye söylenirken buluyoruz Parker’ı. Birgün halasının evinde komşu çocuğu olan 8 yaşındaki Henry’nin kahramanı olduğunu öğrendiğinde, farkında olmadan ne kadar insana ilham olduğunu fark ediyor. Sonrasındaysa, May Halasının ders niteliğindeki motive edici ve de epik konuşması hem onu, hem de bizi etkiliyor.

Doktor Octavius ve Peter Parker’ın Karşılaşması

Doctor Octavius ise, ana karakter kadar motivasyonu ve çatışması iyi işlenmiş bir kötü adam olarak karşımıza çıkıyor. Başarılı bir bilim insanı olan ve güzel eşi ile mutlu ve itibarlı bir hayat süren Octavius, dünyayı değiştireceğini düşündüğü bilimsel çalışması üzerine yıllardır çalışmakta ve adını Edison, Marconi ve Tesla gibi bilim insalarının yanına yazdırmak istemektedir. Bu çalışma için Harry Osborn’dan finansal destek alan Octavius, Osborn’un ricası ile arkadaşı Peter ile tez ödevi için bir araya geliyor. Başta umursamadığı Parker’ın onunla aynı dili konuşuyor olmasından mutlu oluyor ve çabucak, bu umut vaat eden gence kanı ısınıyor.

Yıllardır, belki de eşi ve çevresi bile, üstünde çalıştığı konu hakkında bu kadar net fikre sahip değilken, Parker, Octavius’u anlıyor. Akşam yemeğinde konuşurlarken hem Octavius’u tanıyoruz hem de Parker’ın her alanda hayatını yoluna koymuş bu adama nasıl hayran olduğunu görüyoruz. Octavius, birçok işi aynı anda yürütebilen biri olarak, Parker’ın olmak isteyip de olamadığı kişi olarak karşısında duruyor. Parker’ın hayranlığını, Octavius’un “şiir oku” tavsiyesini hiç sorgulamadan uygulamaya geçmesinden bile anlayabiliriz.

doctor octopus

Doctor Octopus (Doktor Ahtapot)

Ters giden deneyi yüzünden eşini, işini, finansal desteğini, itibarını, hayalini kaybetmiş ve birgün içinde hayat boyu yarattığı tüm kazanımları yitirmiş biri olmanın psikolojik çöküntüsü…

Tek kazanımı ise, ona sıkı sıkıya bağlı, geliştirdiği yüksek yapay zekaya sahip, dört metalik ahtapot kolu. Bu, sinir sistemine doğrudan bağlı olan metalik kollar, Octavius’un her bir düşüncesini yerine getiriyorlar.

Kolların yapay zekasının, kendi zihnine müdahale etmemesi için geliştirdiği çip ise, deney esnasında hasar görüyor ve böylelikle ana kötümüz Doktor Ahtapot doğuyor. Her şeyini kaybetmiş bir adam olarak hayata tekrar tutunmak için, başarısızlıkla sonuçlanan deneyini gerçekleştirmek istiyor. Fakat nasıl yapacağını düşünürken “kollar” ona yol gösteriyor. Bu yapay zeka ne kadar gelişmiş olsa da, empati ve etik gibi soyut şeyleri algılayamıyor. Bu yüzden Octavius’a en kestirme ve en etkili yolları gösteren kollar, hedefine mani olan her şeyi tehdit olarak algılıyor ve bunu sürekli Octavius’u kullanarak yaptığından, Octavius’u ahlaken çöküşe sürüklüyorlar. 

Ne ironiktir ki; Octavius, kendisine hizmet etmesi için yaptığı kolların kuklası oluyor.

Mary Jane’in Kaçırılması

Mary Jane’in Doktor Ahtapot tarafından kaçırılması ile, uzun zamandır güçlerini geri kazanmaya çalışan Parker, sevdiği kadını kurtarma hırsının verdiği motivasyonla tekrar eski gücüne kavuşuyor.

Doktor Ahtapot ile Örümcek Adam’ın kapışması bir saat kulesinde başlıyor ve bu kapışma, ilerlemekte olan bir trenin üstüne düşülerek devam ediyor. Belki de Spider Man filmlerinin, hatta süper kahraman filmlerinin en ikonik sahnelerinden biri yaşanıyor. Trendeki yolcular, biraz sonra ölümle yaşam arasında bir an geçirmelerine sebep olacak, tarihin en modern ve epik gladyatör savaşına tanıklık ediyorlar. Buradan sonra, o meşhur tren kurtarma sahnesi geliyor. 

Enver Kahvecioğlu’nun YouTube’da bir videosunda denk geldiğim bir konuya da burada kısaca değineyim: Bu sahnede çok hoş ve ilginç göndermeler var.

Örümcek Adam’ın treni durdurmak için binalara ağ atarak kendini trenin önünde germesi, İsa Peygamber’in çarmıha gerilmesi olayına bir gönderme. Örümcek Adam’ın bir nevi yarı ilah pozisyonuna geçtiği bir sahne. Aynı zamanda bu sahnede Örümcek Adam’ın yara aldığı bölgelerden biri sağ göğsünün hemen altı. Burası, İsa Mesih’in çarmıhta Longinus’un mızrağı ile deşilerek kanının akıtıldığı yer ile aynı. Sam Raimi’nin fikri mi, yoksa Bruce Campbell’in fikri mi, bilmiyorum. Ancak Örümcek Adam’ın Hristiyanlık için insanlığın kurtarıcısı ile arasındaki metafor, burada bariz kendini gösteriyor. Devamında ise; Örümcek Adam treni durduktan sonra yolcular tarafından taşınıyor. Bu sahnede Peter Reubens’in, Haçın Yükselişi tablosundaki İsa’nın taşındığı sahneye bir gönderme gibi duruyor.

spider man 2
spider man 2
isa peygamber'in çarmıha gerilişi tablo
spider man 2
isa'nın taşınması tablo

Final Karşılaşması

Final karşılaşmasında, tekrar Örümcek Adam ve Doktor Ahtapot kozlarını paylaşıyor. Fakat bu mücadele kısır bir döngüye giriyor. Kaba kuvvet ile Doktor Ahtapot yere serilse bile, yaptığı deney bir sürü felakete yol açacak. Bunu da, ancak Octavius durdurabilir. 

Örümcek Adam burada Parker’a ihtiyaç duyuyor. Çünkü karşısında savaştığı kişiye ulaşamıyor ve sürekli olarak kolların kuklası olmuş bir adam ile dövüşüyor. Gerçekte bir düşman yok. Sadece kim olduğunu unutmuş biçare Octavius var. Maskesini çıkarıp ona sesleniyor. Octavius’un, hayatı mahvolmadan önceki o güzel dönemden kalan tek şey, ona “doktor” diye seslenen zeki ama haylaz öğrenci… Suratındaki o sadistlikle karışmış öfke hali, yerini tebessüme bırakıyor. Fakat kollar çabucak kontrolü ele almaya çalışıyor ve makineyi kapatmasını rica eden Parker’ın boğazına sarılıyor. Parker ise, direnmek yerine, içerde tutsak kalmış Octavius’u gün yüzüne çıkarmak için onun sözlerini ona hatırlatıyor:

‘Bana zekadan bahsetmiştiniz, insanlığın iyiliği için kullanılması gereken bir yetenek olduğundan’ 

ve devam ediyor…

‘bu şeyler sizi olmadığınız birine dönüştürdü, onları dinlemeyin.’

Octavius oyuncağını kaybetmiş bir çocuk gibi masum ve üzgün bir tavırla; “Bu benim hayalimdi” diyor.

Parker ise, May Halasından aldığı ilhamı dile getiriyor:

‘Bazen doğru olanı yapmak için kararlı olmalı ve en çok istediğimiz şeyden vazgeçebilmeliyiz, hayallerimizden bile…’

Film buradan sonra klişe bir şekilde tamamlanıyor. Fakat iyi ve kötünün savaştığı klasik süper kahraman filmlerine nazaran, her iki karakterin de içsel çatışmalarına özen gösteren bir film. Bu yönüyle, hem Sam Raimi’nin üçlemesi, hem de diğer Spider Man filmlerinin ıskaladığı bir şeyi merkezine alıyor. Filme çokça kötü adam koyulması yerine, daha derli toplu ve ne yapmak istediğini bilen bir hikaye ile karşımıza çıkıyor. 

Bu, bir kahramanın günü kurtarma hikayesinden ibaret değil. Kahraman olmanın ağırlığı ile ezilen ve bunun üstesinden gelmeye çalışan bir gencin hikayesi.

Bu içeriği beğendiniz mi? Bunun gibi daha fazla içerik üretebilmemiz için bize Patreon´da destek olun. 🙂
10layn.com Patreon button
Selçuk Culum

Selçuk Culum

Tüm yazıları

E-bültenimize kaydolun.