Ahmet Arif’in ne yaşamını ne de eserlerini 10 maddeye sığdırmak mümkün. Kardelen Ölmez, yaşamı ve eserlerine kısaca değinerek şairi anmamıza yardımcı oluyor.
Yabani ve özgür dizeleri ile dikkat çeken Ahmet Arif, özgürlük ve devrim ilkeleriyle kendisini kendisine kanıtlamış, Türk edebiyatının en değerli şairlerindendi.
23 Nisan 1927 ile 2 Haziran 1991 yılları arasında yaşayan Ahmet Arif ya da asıl ismiyle, Ahmet Hamdi Önal, şair olmasının yanı sıra bir gazeteciydi.
Yüksek öğrenimine Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünde başlayan Arif, 1951 ve 1952 yıllarında iki defa tutuklanmış, bu yüzden öğrenimini tamamlayamamıştır.
Şiirlerini, ilk kez 1968 yılında yayımlanan Hasretinden Prangalar Eskittim, isimli tek kitabında toplamıştır.
Hasretinden Prangalar Eskittim, bugün, Türkiye’nin en fazla basılan ve okunan kitapları arasında yer almaktadır.
Çok küçük yaşlarda at binmeye başlayan Arif, dağlara ve atlara karşı farklı bir tutku besliyordu.
‘Çünkü ben, şahlanmayan ata binmezdim. Kısrak ise şahlanmaz.’
Pek çok yazar ve şairle arkadaşlığı olsa da bazılarıyla kurduğu dostluk sözcüklere, şarkılara sığmamıştır.
Yılmaz Güney’i küçük kardeşi olarak gören Ahmet Arif;
Cahit Külebi için ‘Onun ben “Pembe Mantolu Kıza” şiirini okurken sarhoş olurdum. Kendimden geçerdim.’ ve
Nazım Hikmet için ‘Bir Nazım sarhoşuyum. Ezbere canımı verebilirim.’ demiş,
Cemal Süreya‘ya ‘Ama sen ki benim yarı parçamsın. –Suyun ötesindeki parçamsın!’, diye yazmıştır.
‘Ben işte o yıllarda bu tarz şiirler yazdım. Biraz Nazım Hikmet, biraz Ahmet Hamdi Tanpınar, biraz Ahmet Muhip, biraz Cahit Külebi, biraz Behçet Necatigil, bunlarla beslene beslene, bunları sindire sindire, hep böyle yalpalaya yalpalaya, ama hiçbir zaman iyinin altında, yani ortaya yakın yazmayarak, kaliteli şiirler yazdım.’
Siyasi görüşlerini eserlerine de yansıtan Ahmet Arif, pek çok kez sorgulanmıştır.
Hatta 1943 yılında, Van’da 32 kişinin ölümü ve 1 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan Muğlalı Katliamı ile ilgili yazdığı Otuzüç Kurşun isimli şiiri sebebiyle sorgulandığı, dövüldüğü ve çöplükte ölüme terk edildiği bilinmektedir.
‘İşte bu “Otuzüç Kurşun” şiiri yüzünden geldiler götürdüler beni… Gece sabaha kadar dövdüler. “Oku” dediler, okumadım. … Dövdükten sonra o tellerden aşağı attılar beni. Orada öylece kalmışım. Sabah çöpçüler gelip buluyorlar. Sokak köpekleri gelip gelip kokladılar beni. Ödüm koptu, ölü sanıp yiyecekler diye…’
‘Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tane tavuğu çalsa, kesse, ertesi gün Ulus gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu 33 tane senin vatandaşın… Hiçbir suçu yok… Tertemiz… Belki hepimizden daha suçsuz… Kimsesizlikten başka suçu yok. Kimsesiz adamlar o kadar…’
Otuzüç Kurşun (4)
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden…
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına…
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
Şiirleri Cem Karaca , Zülfü Livaneli, Fikret Kızılok ve Suavi gibi çok sayıda sanatçı tarafından bestelenmiş ve seslendirilmiştir.
Toplumcu Gerçekçilik akımını benimseyen şair, hem vatan hem de aşk şiirleri ile en çok sevilen isimlerden biri olmuş, saygı ve özlemle anılan edebiyatçılarımız arasında yerini almıştır.
Leyla Erbil ve Ahmet Arif
Bir de hiçbir zaman ulaşamadığı büyük aşkı Leyla Erbil’e yazdığı mektuplarla hafızalara kazınmıştır Arif.
Leylim Ley ismiyle kitap haline getirilen mektuplar, şairin, yazar Leyla Erbil’e dostça ve naif aşkını açıkça gösterir.
Ahmed Arif, pek çok sanatçı tarafından seslendirilen Suskun isimli şiirini büyük aşkı Leyla Erbil’e evlilik hediyesi olarak yazmıştır.
Suskun
Sus, kimseler duymasın.
Duymasın ölürüm ha.
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra…
Yağıyor yeşil.
En uzak, o adsız ve kimselersiz,
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine,
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim…
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun…
Sarıyor yeşil.
Rüya, bütün çektigimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram…
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su…
Ağıyor yeşil.
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
Susmuş bütün namlular…
Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl-mışıl,
Uykular derin,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş,
Memeleri bereketli ve serin…
Sağıyor yeşil.
Aydım yarı gecede,
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Ama hançer taşı sanki
Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Bak nasıl alıyor, yigit,
Binlerce yıl da sonra
Alıyor yesil.
Vurur dağın doruğundan
Atmacamın çalkara,
Yalın gölgesi.
Kuş vurmaz, tavşan almaz,
Ama aç, azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
Ve ilk gerillası Spartakus’un.
Susuyor yeşil.
Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Ruhum…
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşılarin en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o olüm namussuzu…
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği…
Ağlıyor yeşil.