Akdamar Adası
Van Gölü’nün ikinci büyük adası olan Akdamar Adası, Van’ın Gevaş ilçesinde yer alıyor.
Gölde Akdamar Adasının yanı sıra Çarpanak, Adır ve Kuş adaları da bulunuyor.
1990 yılında arkeolojik sit alanı ilan edilen dört ada da, tarihi ve turistik özelliklere sahip.
Adanın İsmi
Adanın ismi, Ahtamara olarak da biliniyor ve kaynaklarda Ahtamar, Akhtamar veya Ağtamar biçiminde yer alabiliyor.
Bazı eski kaynaklarda ise, Gevaş bölgesinde hüküm sürmüş Rştuni sülalesine atfen, Rştunik Adası olarak geçiyor.
Adanın Tarihi
705 yılında, Vard Rştuni’nin adada öldürülmesiyle Rştuni Beyliği’ne son verilmiş. Daha sonra ada ve çevresinin hakimiyeti, Başkale’de (Ağbak) hüküm süren Ardzruni sülalesinin eline geçmiş.
908 yılında, I. Gagik Ardzruni, bazı Ermeni ve Müslüman beylerle anlaşarak Vostan’da (bugün Gevaş) Vaspuragan Krallığı’nı kurmuş ve başkentini adaya taşımış.
I. Gagik, adada bir kilise, bir kasaba, saray, çarşı ve liman inşa ettirmiş.
Kaynaklardan elde edilen bilgiye göre; adadaki sivil yerleşim, adanın büyük ölçüde tahrip edildiği Osmanlı-İran Savaşı’na (1535) kadar varlığını korumuş.
On altıncı yüzyıldan sonra, sivil yerleşimin bulunmadığı adada, yalnızca Kutsal Haç’a yani Surp Haç’a adanmış bir Ermeni manastırı varlığını sürdürmüş.
Yaklaşık 300 keşişin yaşadığı manastır, 19. yüzyılın sonlarında terk edilmiş. Adanın terk edilmesindeki en büyük etkenin, 1895 ve 1915 Olayları olduğu biliniyor.
Akdamar Kilisesi
Adanın Güneydoğusunda yer alan Kutsal Haç Kilisesi, Mimar Keşiş Manuel tarafından, Vaspurakan Kralı I. Gagik’in denetiminde 915 ile 921 yılları arasında inşa edilmiş.
Kilisenin Kuzeydoğusundaki şapel, 1296 ile 1336 yıllarında; Batısındaki cemaat evi, yani jamadun 1793 yılında ve Güneyindeki çan kulesi, 18. yüzyılın sonlarında kiliseye eklenmiş. Kilisenin Kuzeyinde bulunan şapelin yapılış tarihi bilinmiyor.
İlk inşa edildiğinde saray kilisesi olan yapı, 1021 yılında Vaspurakan Krallığı yıkıldıktan sonra, 1113 yılında manastıra dönüştürülmüş ve 1895 yılına kadar, bölgedeki Ermeni Patrikliği’nin merkezi olarak kabul edilmiş. Bir başka kaynağa göre ise; Ermeni kilisesinin ruhani başkanlığı kabul edilen Gatoğigosluk makamı 10. yüzyılın ortalarına kadar adadaki kilisede bulunmuş. Makamın 12. yüzyılda Kilikya’ya taşınmasından sonra ise, Akdamar Kilisesi 19. yüzyıla kadar önderlik iddiasını sürdürmüş.
Bir rivayete göre; Surp Haç Kilisesi, önce Kudüs’ten İran’a, 7. yüzyılda ise, Van yöresine getirilen Hakiki Haç’ın bir parçasını barındırmaktadır.
Kilisenin Mimari ve Sanatsal Özellikleri
Akdamar Kilisesi, mimari açıdan Ortaçağ Ermeni sanatının en değerli eserleri arasında yer almaktadır. Merkezi kubbeli, dört yapraklı yonca biçimli haç plana sahip olan kilise, kızıl andezit taşından inşa edilmiştir.
Kiliseyi Ermeni mimari tarihinde önemli kılan özelliklerinden biri, dış cephesineki kabartmalardır. Bu kabartmalarda çok çeşitli bitki ve hayvan motifleri, Tevrat ve İncil’den alınan sahneler ile avlar, güreşçiler ve saray hayatı gibi dünyevi sahneler yer almaktadır. Kilisenin içindeki fresklerde ise, İsa Peygamber ile ilgili konulara yer verilmiştir.
Restorasyon Tarihleri
1462 yılında yenilenen kilise, 1703 yılında yaşanan depremde zarar görmüş, 1712 ile 1720 tarihleri arasında yeniden onarılmıştır.
Uzun yıllar boyunca bakımsız kalan kilise, Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde 2005-2007 yılları arasında yeniden restore edilmiş ve 2007 yılının Mart ayında müze olarak açılmıştır.
Tamara Efsanesi
Akdamar Adasında yaşayan Ermeni Baş Keşişi’nin güzelliği dillere destan, Tamara isimli bir kızı vardır. Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan bir genç, Tamara’yı görür ve ona aşık olur. Ve Tamara’yla buluşabilmek için her gece adaya yüzer. Tamara ise her gece, çobanın onu bulabilmesi için bir fenerle onu bekler.
Tamara’nın babası bir süre sonra bu durumdan haberdar olur. Fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirir. Amacı, çobanın yüzerek tüm gücünü yitirmesidir.
Yüzmekten gücünü kaybeden ve yorulan genç çoban o gece boğularak ölür. Son nefesinde ise, ‘Ah Tamara!’ diye haykırır. Tamara, bu haykırışı duyduktan sonra kendini gölün sularına bırakır.
Ada bu olaydan sonra Ahtamara olarak anılmaya başlar.
Hikaye, Ermeni şair Hovhannes Tumanyan’ın anlatımıyla birlikte efsaneleşmiştir. Tarihi bir gerçekliğe dayanmamaktadır.